Yumak

Cebinde paran ve yanında kitapların… Hayır, bu koca şehirde yalnız değilsin. Zaten ıssız bir orman bile sana, o birkaç kişinin hissettirdiği yalnızlığı hissettiremezdi. On dokuz yirmi yaşlarındayken tek başına gittiğin sinemalardan beri biliyordun bunu. Tek yataklı otel odalarından beri biliyordun. Şiddetli yağmurda herkes bir köşeye kaçışırken kaldırımda durup göğe baktığında yüzüne vuran damlalardan beri biliyordun. Hayatının hayatına denk gelmediği herkesten sonra ağlayarak kapandığın yastığın ıslaklığından beri biliyordun.
Boşuna değildi.
Çatılarda akşam sevinci var. Altın parıltıları göz alıyor batan güneşin. Rüzgâr teninde bir çocuk gibi neşeli geziniyor. Uzaktaki sakin suları denizin, derinini herkesten gizliyor gibi. Sonra kuşlar, kuşlar, kuşlar… Kaygısız çırpınışlar… Sessizler havada süzülürken. Kalabalık ve gürültü var göğün altındaysa. Daimi bir kargaşa var. Kornalar, bağırışlar, motor uğultuları… Bu sevimli teras katında, şimdi müziğiyle sana huşu veren bu kafede yalnız değilsin. Silüetine bakıyorsun şehrin. Bilmek güzel orada birilerinin olduğunu. Tanımadığın insanların varlığıyla buluşuyor hayallerin.
“Alemsin!”
“Ne garip şeyler diyorsun.”
“Amma yaptın!”
“Ben pek anlamam o dediğinden de…”
“Valla benim aklım ermez orasına.”
“Ne ufak şeylere takılıyorsun sen ya.”
Ne çok duydun bunları, ne çok! Neden duydun? Sen neden anlatılanları yargısız dinliyorsun? Neden çıkarım yapmıyorsun anlattıklarından? İlgiyle açıyorsun gözlerini biri bir şey anlatırken. Başını sallıyorsun. Onaylıyorsun. O mutluysa gülümsüyorsun. Üzüntülü olursa suratın düşüyor. Fikirleri sana uymasa da sorun değil ki… Bir daha onunla konuşmazsın, olur biter. Böyle olması daha güzel değil mi? Mutlu olmuyorlar mı sen onları yargısız dinlerken? Sıra sana geldiğinde söylediklerini beğenmeyip neden can yakıcı bir çıkarım yapıyorlar? Soru sormadın ki sen onlara. Neden?
Toplanmış giderken şaşkın yüzlerine bakıp zekice bir laf edebilirdin. Onları düşündürür müydü bu laf, emin olamadın. Bir yerde okumuştun, gerçekleri sadece duymak isteyenlere söyleyin, diyordu. Bu pasif sözlerle zapt ediyordun aykırı ruhunu bir süredir. Yine öyle yaptın. İyilik diledin hepsine. Onlar da öyle yaptılar, sözleriyle. Hayırlısı olsundu. Sevmişlerdi seni. Ama tabii şartlar demişlerdi, böylesi daha güzeli senin için. Onlardan kaçtığını bilmemişlerdi hiç. Eşyalarını kucaklamış çağırdığın taksiye yürürken gülümsemiştin. Çözülüp çözülüp yeniden sarılan bir yumak gibi sürekli başlamak ve bitirmek, diye düşünmüştün. Önce yerleşmek sonra taşınmak. Önce gelmek sonra gitmek. Hep yeniden ve yeniden, bir başına bambaşka bir yerde. Kurup kurup yıkabilmenin, yıkıp yıkıp kurabilmenin vahşi gücü. Acı tadı belirsizliklerin.
Yan masandakilerin sesine takılıyor kulağın. Senden çok ayrı bir evrendeler. Garson boş soda şişesini alıyor önünden. Müzik değişmiş. Hızlanmış. Gitme zamanının geldiğini anlıyorsun. Az önce kitapçıdan aldığın yenili eskili kitapları kaldırıyorsun yandaki sandalyeden. Koluna giriyorlar sıkıca.
Masanda akşam sessizliği kalıyor birkaç dakika.

pinarogut
