29.5 C
Singapore

Hekatonkheir

I.

Planım galaksiler arası çevrimiçi uçan kaykay yarışına katıldıktan sonra yolda iki reklam izleyip biraz para kazanmak ve eve dönmekti.

Bir süredir ek iş olarak akıllı billboardlardan reklam izliyor ve bu sayede ofisten artakalan zamanda en popüler yarışlara katılma hakkı kazanıyordum. Evde tüm gün meta-net üzerinden Ay’daki mekatron “kankalarıyla” sohbet eden kardeşimden ve kafayı sezgicilerin sanat dedikleri sözde doğaüstü güçlere takmış annemden böylelikle kaçabiliyordum.

İnsan mı mekatron mu fark etmez asla! Schilumy Işın Tabancaları galakside tek marka! Maddeleri beş dakikalığına atomlarına ayıran bu silahlar sayesinde kimseye zarar vermeden kendinizi korumanız mümkün. Üstelik bir adet Shilumy ışın tabancası alana polinomumuzda ateşli silah atışı hediye. Sizi 12. Caddedeki mağazamıza bekliyoruz.

Schilumy Işın Tabancaları ile güvenliğiniz kendi elinizde.”  

İlk reklam henüz bitmişti ki dikildiğim yerde birinin sağımdan bana doğru yaklaştığını fark edip irkildim. Billboardların en büyük sorunu bu işte: Her biri şehrin bir başka köşesinde ve bu yerler çoğu zaman ıssız. O an benim kaykayımla geldiğim nokta ormanın çok yakınında kuytu bir yerdi. Başımı çevirip ona baktım. Reklam izlemeye gelmiş biri diye düşündüm. Üstündekiler biraz eski ve kirliydi. Kapüşonlu bir sweatshirt ve paçaları lime lime olmuş hâki renginde, cepli, bol bir pantolon giyiyordu. Kapattığı kapüşonun altına bir cap şapka taktığından karanlıkta kalan yüzünü seçemiyordum ama benim yaşlarımda olmalıydı.

Ben bunları düşünürken AI asistanın uyarısı sessizliği bozdu.

“Lütfen gözlerinizi ekrandan ayırmayın.”

Ödeme yapılmamasından korktuğum için yüzümü yeniden ekrana döndüm. Elinde kocaman bir hamburger tutan sarışın, şişman kız ağzını aça aça kahkahalarla gülüyordu. Dış ses hızla konuşmaya başladı:

“Her öğün ekmek arası yemekten bıkmadınız mı? Yapay etin en kaliteli ürünlerini bulacağınız restoranımız 3. caddede açıldı. Biftek, bonfile ve barbekü çeşitlerimizi deneyin, doyurmayan fastfoodlardan kurtulun. Aile ve çift menüleri ile kaliteyi ucuza tüketin. Üstelik ödeme yapmak yerine mutfağımızda çalışarak hesabınızı ödeyebilirsiniz. Sipariş için meta-net 48 numaralı kanaldan #bummyhommy yazarak giriş yapabilirsiniz.”

“Hey!”

Ödeme işlemi onaylandığı gibi ona döndüm. O an arkasında sakladığı silahı bana doğrulttu. Az önce reklamını izlediğim ışın tabancasını karşımda görüverince dehşete düştüm.

“Hey hey hey… Bu ne şimdi? Şaka mı? Reklamları izlettiğiniz yetmiyor bir de üstümüzde mi deniyorsunuz?”

Sallanarak üzerime doğru geldi. Bu haliyle bir zombiyi andırıyordu.

“Bana yardım etmen lazım. Eve gitmeliyiz.”

“Neden söz ettiğini anlamıyorum.” dedim. Sonra sanki işe yarayacakmış gibi, “Neden şu şeyi cebine koymuyorsun?” diye geveledim.

“Beni onlardan kurtarmak zorundasın.” dedi inlercesine. “Aracım yok. Eve gidelim, her şeyi anlatacağım.”

Konuşması sarhoş gibiydi. Bazı heceleri gereksiz uzatıyor ve kafasını sağa sola sallıyordu. Bir yerlerden kaçtığı belliydi. Suçlu olabilirdi. Onun dediğini yapmak zorunda değildim. Dağ başında mıydık? Yani… Aslında evet. Ama Dünya Devletinin kanunları… Ah!.. Kimi kandırıyordum! Ortadan kaybolanlarla ilgili haberlerin sayısı arttıkça hepimiz kendi güvenliğimizi sağlayacak çözümler arar olmuştuk. Bir süredir herkes kendi adaletini kendi sağlamaya çalışıyordu ve bu adeta normalleşmişti. Ben de önceki hafta gittiğim açık arttırmadaki o silahı almış olsam o an karşımdaki hırpani herifle birlikte orman hayvanlarının hemen birkaç metre uzağındaki bu tenha yerde plansız bir düello sergileyebilirdik. Tek silah varsa ona göre bir eğlence düşünmek de mümkündü pekâlâ.

Atomlarıma ayrılmadan önce tabii…  

Hakikaten de hiçbir koruma olmadan buraya gelmem benim akılsızlığımdı. Bir süredir ortalık yalnız gezenler için hiç de güvenli değildi. “Sezgiciler”in söylediklerine bakılacak olursa bilinçleri 2030 öncesinde dondurulup birkaç sene önce makine bedenlere aktarılmış mekatron (veya sezgicilerin deyimiyle meka-ruh) denen bu biyo-makineler, kirli işlerini büyük bir gizlilikle yürütmekteydiler. Biyolojik ihtiyaçları ortadan kalktığı için evrenin her yerinde yakıtları el verdiğince gezebiliyor, Ay’da veya Mars’ta ikamet edebiliyorlardı. Sayıları öyle çoktu ki Dünya’nın kaynakları tükenip nüfus azalacak zannedilirken daha önceden dondurulan bu bilinçler bir anda ortaya çıkmış ve çok kısa zamanda eski başkanlardan biri de “bilinç entegrasyonu” vasıtasıyla Dünyanın başına getirilmişti. Teknoloji Bakanlığı, Nöroteknoloji Geliştirme Müdürlüğüne bağlı bir Entegrasyon Birimi kurulmuş, bu birim 2041 yılı öncesi vefat edenlerin bilinç entegrasyonuna ilişkin esasları düzenlemişti. Bu sayede hakları güvence altına alınan mekatronlar, imtiyazlı bir konuma yükselmişti. Nöroteknoloji alanında yaşanan bu tarz gelişmeler insanları şaşırtacak cinstendi. 2025 yılında beyin hücrelerinin bilgisayarlara yerleştirilmesi ile başlayan süreç daha önceden belli bir ücret karşılığında gizlice dondurulan bilinçlerin makine bedenlere entegre edilmesi ile devam etmiş, böylelikle çok önceden vefat eden insanlar mekatron olarak bugüne uyanmışlardı. Bu sayede -başına elim bir kaza gelmediği sürece- isteyen herkes ölümsüzlüğe kavuşmuş oluyordu. Üstelik bu makine bedenler insanlardan daha keskin duyulara sahipti ve insanların marazi özelliklerinden sıyrılmışlardı. Bu yüzden ölümsüz olmak isteyen zenginler de ölümlerini beklemeden bilinçlerini mekatron bedenlere entegre ettirebiliyorlardı. Parası olmayıp dünyada yaşamak zorunda kalanlar da bu yeni melez ırkın ihtiyaçlarına hizmet ediyor ve bu sayede hayatlarını sürdürüyorlardı. Bilimsel ve teknolojik faaliyetleri neredeyse tamamen tekellerine alan mekatronların zekâ gerektiren işlerinde görev almak ise çok az kişiye nasip oluyordu. Çoğu kişi deneylerde kullanılıyordu. Yakın bir zamanda bilimsel bir çalışma için yeryüzündeki tüm insanların bilinçleri belli bir ücret karşılığında kopyalanmıştı. Sadece sezgiciler ve onlara inananlar bu çalışmaya karşı çıkmış ve mekatronlara istedikleri örnekleri vermemişlerdi. Onlara göre ölümsüzlük arayışı ve bu uğurda yapılan bilinç entegrasyonu her şeyin dengesini bozacaktı. Sezgiciler bu gelişmelere uyum sağlamak bir yana şehirlerden uzakta, doğanın en gizli ücralarında kendi hallerinde varlıklarını sürdürüyorlardı. Annem gibi şehirde yaşayan bazı ilgililer için ara sıra kamplar düzenliyorlardı. Amaçları sanat dedikleri doğaüstü güçleri insanlara yaymak ve bunun da ötesinde mekatronların faaliyetlerini sekteye uğratmaktı. Mekatronlar bu kadar güçlüyken ve parasız insanları da ellerine geçirmişken karşıma çıkan hiçbir insanın dediğini yapacak değildim. Karşı koymam ve karşımdakini etkisiz halde getirmem gerekiyordu. Bu düşünce ile tabancayı elinden düşürmek için ânî bir hamle yaptım ve üstüne atıldım. Tam silahı tutmuş namluyu yukarı çevirmiştim ki şapkasının altından bana bakan, benimki gibi kahverengi ve çekik gözlerini gördüm. Canlılıktan yoksun ama bana dikilmiş gözlerini…

Kendi gözlerimi.

Şok yüzünden şuurumu kaybetmiş olmalıyım. Birkaç adım gerilemiştim ki tetiğe bastı. Bedenim aşırı bir elektriklenme ile adeta dalgalandı ve gözümün önündeki görüntü silikleşti. Son duyduğum atomlarıma ayrılırken çıkan gök gürültüsüne benzer çatırtıydı.  

II.

Kocaman bir kara sinek ıslak bir yaprağa kondu.

Derin bir nefes aldım. Veya öyle sandım. Alnımdaki yumuşak elin yaydığı titreşimler yüzünden istemsizce gülümsedim. Gözlerim kapalıydı ama işitme ve dokunma duyum fazlasıyla keskindi. Dışarıda uçan sineğin sesini duyuyor, ortamdaki havanın odada tatlı tatlı gezindiğini hissedebiliyordum.

“Cennete mi geldim?” diye mırıldandım. Başımdaki el geri çekildi. Merakla gözlerimi açtığımda genç bir kadının kucağında yattığımı anladım. Yüzünü bana eğmiş bakıyordu. Büyük bir yapıda olmalıydık. Şekli çadıra benziyordu. Genç kadının bana eğilen yüzünün gerisinde, yukarıda, şeffaf bir tavan ve dışarıda kocaman, yemyeşil ağaçlar vardı. Kadının yaz yağmuru gibi ferahlatıcı gülümsemesine ben de gülümseyerek karşılık verdim. Muhtemelen benim gülümsemem aptal gibi göründü. Ama o bunu umursamadı.

“Burası sanat okulu.” dedi. “Vurulmuşsun. Seni Lork buldu.”

Bir anda kendimi kaybetmeden önceki anları hatırlayıp yerimden fırladım. Atomlarıma ayrılmış ve yeniden birleşmiştim. O sırada bayılmış olmalıydım.

“Ya beni vuran?..”

Bu âni hareketim karşısında hâlâ sakindi. Yüzümü süzdü.

“Gitmiş olmalı.”

Doğrulduğum yerden etrafa baktığımda zemine serilmiş minderleri gördüm. Duvarlardaki apliklerden sarı loş ışıklar sızıyordu. Geniş, yuvarlak odanın birçok yerinde saksılarında capcanlı dikilmiş rengarenk çiçekler ve kavun kokusunun kaynağı tütsüler vardı.

Genç kadın ayağa kalktı ve üzerindeki beyaz elbise ile zarif bir kelebek gibi süzülerek ilerledi.

“Siz sezgicisiniz, değil mi?” dedim.

Bana bakıp gülümsedi. Kenardaki tahta fıçıdan bambu bir kaba su doldurup elinde tuttu. Arkası bana dönük olduğundan ne yaptığını başta anlayamadım. Suya bakıyor gibi görünüyordu.

“Su içer misin?” dedi alçak sesle.

Hiç susamamıştım. Canım istemedi.

“Hayır, teşekkür ederim.”

Çömeldi ve suyu içip kabı kenara koydu.

O an annemin yemeklerini yemeden önce yaptığı gibi genç kadının da içeceği suyun enerjisini “temizlediğini” anladım. Annem yaptığında gülünç gelen şey nedense bu kadın yaptığında çok sıradan gelmişti.

Yanıma gelip oturmuştu ki içeri dazlak, güler yüzlü bir erkek girdi. Mavi gözleri doğrudan bana yönelmişti.

“Bu Lork” dedi genç kadın. “Bu arada ben Calidia”

Lork yanıma gelip oturduğunda ona merakla sordum.

“Beni vuran kişiyi gördün mü?”

Başını iki yana salladı.

“Maalesef.” dedi. “Korkup kaçmış olmalı.”

Gördüğüm şeyi birilerine anlatıp anlatmamak konusunda kararsız olsam da içerideki yumuşak hava beni rahatlattığından konuştum:

“Bana benziyordu.” dedim. “Kendi gözlerimi gördüm.”

Hiç şaşırmadılar.

“Demek kaçmış.” dedi Lork.

“Nasıl?” dedim şaşkın şaşkın.

Birbirilerine baktılar. Gözleriyle anlaşır gibiydiler. Calidia ona bakarken başını ağır ağır sallıyordu. Uzun süre ben yokmuşum gibi öylece durdular. Sonra bana döndüler. Lork alçak sesle anlatmaya başladı.

“Meka-ruhlar yeryüzündeki birçok kişinin bilincini kopyaladı ve bunları makine bedenlere yükledi. Bunu söylemiştik ama sesimizi duyuramadık. Asıl konu onun nasıl kaçtığı. Bu bir güvenlik açığına işaret eder.”

Bu söylediklerinden sonra onun hırıltılı sesini ve üzerindeki eski giysileri yeniden görür gibi oldum. Kendine rastlamanın daha önceden okuduğum ve izlediğim kurgulardaki gibi olmadığını öğrenmiştim. Onu gördüğümde yaşadığım ürperme ile kendimi nasıl kaybettiğimi hatırladım. Tam konuşacakken Calidia,

“Şoka girmiş olmalısın.” dedi.

Zihnimi okurcasına konuşması beni korkutmuştu. Başımı salladım. Yine tam ben konuşacakken,

“Korkmana gerek yok. Düşündüklerini okuyamıyorum.” dedi. “Sadece mimiklerin yüzünden.”

Aklıma gelen soruyu bu kez sordum.

“O nereden geldi?”

“Yeraltından.” dedi Lork. “Bilinçlerinizi eşgüdümlemek için beklediklerini düşünüyoruz.”

“Na-na-nasıl yani? Eşgüdümlemek derken?..”

“Yani iki beden, tek bilince dönüşeceksiniz. Belki daha fazla kopya bile olabilir.”

“Bu korkunç! Neden peki?”

“Mekatron sayısını arttırmaya çalıştıklarını ve tüm insanları mekatrona döndürmeyi planladıklarını düşünüyoruz. Bunu söyleyip seni üzmek istemem ama ellerinde yeterli örnekler olduğu müddetçe de kopyalanmaktan kaçamayacaksınız gibi görünüyor.”

Söyledikleri çok mantıklıydı. Neler olacağını hayal ederken gözlerim yerde bir noktaya kilitlendi.

Mekatronların teknolojileri ile baş edemezdik.

Lork ve Calidia’nın önerisi ile o gece eve gitmedim ve orada kaldım. Gece boyu uyku ile uyanıklık arasında çok kalabalık bir yerdeymişim gibi hissedip durdum. Oysa sanat okulu olarak kullanılan çadırda üçümüzden başka kimse yoktu.

Kopyamın yardım isteyen çaresiz sesi kulaklarımda yankılandı durdu.

III.

Bir boa yılanı tüm vücudumu sarmıştı.

Kımıldayamıyordum. Gözlerimi açtığımda etraf yeni yeni aydınlanıyordu. Dışarıda konuşan Lork ve Calidia’nın seslerini duydum. Yanlarında birileri daha vardı. Başımı zorlukla kaldığımda tüm vücudumun kalın iplerle bağlı olduğunu gördüm.

Tüm gücümle bağırdım.

“Lork!”

Nedense böyle bağlı oluşum Lork’un işi gibi gelmişti. O yüzden özellikle onun ismini bağırdım.

“Lork!”

İçeri girdiler. Yanlarında “O”nunla; beni vuran kopyamla. “O”nun bağlı olması gerekirken neden ben bağlıydım?

“Neler oluyor burada?” dedim hayret içinde. “O burada ne arıyor? Size zarar vereceğini söylememiş miydiniz?”

Calidia yüzüme üzüntü ile baktı. Lork yanıma yaklaşıp yere oturdu.

“En son ne zaman yemek yediğini hatırlıyor musun?”

Yüzüne bir şey bulmayı umarak baktım.

“Ne? Bu ne saçma bir soru…”

Sonra cevap vermek için düşündüm. Ama en son ne zaman yemek yediğimi hatırlayamıyordum!

“Bütün duyuların eskisinden daha aktif. Ama nefes almadığının farkında mısın?”

Dehşetten aklım duracak gibi oldu. Bakışlarımı tek tek yüzlerinde gezdirdim. Lork alçak sesle, beni ürkütmekten çekinircesine konuştu.

“Bilincini bir makineye yüklemişler. Arkamda duran ve dün seni vuran aslında senin gerçek bedenin.”

IV.

“Tüm dünyaya meydan okuyacak kadar güçlü bir Hekaton’uz biz!”

Yanımda üç kopyamla beraber koşarken adeta bunu haykırıyorduk. Müthiş bir hızla koşuyorduk. “Ben” değil, artık “biz”dik. Artık mitolojik bir kahraman kadar olağanüstüydük. Birimiz kolunu kaldırsa hepimiz kolumuzu kaldırıyorduk. Birbirimizin duyduklarını duyuyor, gördüklerini görüyorduk. Yorulmuyorduk. Olmayan nefeslerimiz kesilmiyordu. Dakikalar önce çalan sirenin güçlü sesini duymamızla birlikte eşgüdümlenip sezgicilerin çadırından kurtulmuştuk. Kurtulan da kurtarılan da aynı kişiydik.

O an kaos dolu caddelerde diğer eşgüdümlü mekatronlarla birlikte çağrıldığımız yere doğru koşuyorduk.  

Yeri göğü inleterek…

Önümüze çıkanları etkisiz kılarak…

Bağırarak…

Ve biliyorduk; az önce asıl bedenlerimizi yok etmemizle birlikte, dünyaya uzun süredir hâkim olması planlanan düzeni sağlamak için başlattığımız bir savaştı bu.

Updates

AI Music: When Artificial Intelligence Steps Onto the Creative Stage

Sometimes, it takes just a small moment in life...

Navigating the Web3 Wave in Singapore

As the plane descended over the shimmering skyline of...

The Key to a Golden Generation: Cherishing Children’s Golden Years

Have you ever thought about building a solid house?...

Discover the Vibrant World of Tokyo and Beyond

If you’re searching for a YouTube experience that’s bursting...

Don't miss

Embracing Mortality, Celebrating Life: “1001 Nights Project”

Embracing Mortality, Celebrating Life: “1001 Nights Project” Raffles Place, SINGAPORE We...

Pitcairn Update (v2.1)

On the 5th of November 2024, exactly one year...

AdAstraa.Net Pitcairn (v2.1) Güncellemesi Başarıyla Tamamlandı

You can quickly translate the update announcement into your...

Adastraa.net – Pitcairn Update (v2.1) Announcement!

We're pleased to announce that a major website update,...

Ad Astra Manifestosu

Bu şiir, 26 Ağustos 2020 gecesi Twitter’da, #perasperaadastra hashtagi...

AI Music: When Artificial Intelligence Steps Onto the Creative Stage

Sometimes, it takes just a small moment in life to make us reflect on the future of creativity. For me, it began with… a...

Navigating the Web3 Wave in Singapore

As the plane descended over the shimmering skyline of Singapore, I couldn't help but feel a surge of excitement. The island city-state, often hailed...

The Key to a Golden Generation: Cherishing Children’s Golden Years

Have you ever thought about building a solid house? A strong foundation is a must, right? The same goes for the future of our...

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here