Ad Astra Manifestosu

Bu şiir, 26 Ağustos 2020 gecesi Twitter’da, #perasperaadastra hashtagi üzerinden yüzlerce kişinin katılımıyla kolektif biçimde, canlı olarak yazıldı. Yüzlerce tweetin birleşmesiyle kendini oluşturan bu anonim manifesto, bir kuşağın özgürlük çığlığıdır aynı zamanda…

Bu manifestoyu, duvarlara yazılayacağız, şarkılarla ölümsüzleştireceğiz ve hep birlikte festivallerde tekrar ve tekrar okuyacağız…

Ve biz The Wall’dan ve Roger Waters’tan aldığımız ilhamla, her şeye rağmen bu gezegene umudu yeniden getirmek için, bu şiiri duvarın diğer tarafında olanlara adıyoruz… Birlikte ayaktayız, düşeriz bölününce!

Zorlukları aşarak, yıldızlara doğru!
Tüm zorluklardan, tüm yıldızlara
Bu kaçıncı manifesto, canlı olarak yazılan?
Hey hey my my, hey hey my my
Hector will never die!
Hector will never die!
Karanlık dünyanın her yerine yayıldı.
Ama bizim söyleyeceklerimiz var. Ad Astra Manifestosu bu akşam yazılıyor.
Bir gün yıldızlara dokunacağız, o güne inanıyorum.
Kendimize ve gezegene söyleme zamanı: “Kalbini aç, eve geliyorum!’’
Tekrar buluşacağız, bilmiyoruz nerede, bilmiyoruz ne zaman…
Ama güneşli bir günde…
Peki sen bu gökkuşağının hangi rengisin?
Pink Floyd’un dediği gibi bir başka tuğla duvarda,
Pink Floyd’un dediği gibi keşke sen de burada olsaydın…

Ve yeni bir çağ gerek bize ve bundan daha özgür
Ve her geçen gün daha da çok inanacaksın ‘Saturnized’ kavramına
Bir yoldu parıldayan gümüşten, gittik ve bahis açmadık dönüşten…
Güneşi ardımıza aldık geliyoruz, kol kolayız…
The Wall’u söylüyor ve ilerliyoruz; tarih yazsın bu geceyi.
Gökyüzünü biz izleyeceğiz, onlar değil
Zen ruhuyla yürüyenler izleyecek, korkaklar değil.
Duvarları yıkmaya geldik, şarkılar söylemeye geldik ve tekrar geldik…
Ne yola geldik, ne yolu terk ettik; yalnızca yazılacak şarkılarımız vardı. İşte şimdi buradayız.
Tüm yasalar birer çöp, tüm değerler yerin dibinde
Özgürlüğün şarkıları yankılansın artık. Yol bizi bekler.
Psychedelic müzik aç Angut Kuşu! Pink Floyd dinle Angut Kuşu!
-Peki, neyi seversin öyleyse olağanüstü yabancı ?
-Bulutları severim. İşte şu… Şu geçip giden bulutları, eşsiz bulutları!
Ve ben sadece kafamda Syd’in sözleri, dilimde ezgisi, vücudumda dövmesi ile Syd’in ayak izlerini takip edeceğim.
Yol, hiç bitmez
Yola devam.

Çağın bize açtığı yaralardan ışık saçmak için yaralarımızdan doğduk,
Bir Kültür Devrimi yaşanıyor…
Show must go on!
The Dark Side of the Moon başlangıçtı. Hala son şarkıyı söylemedik.
Show must go on!
Yolu hiç bırakmadık, özgürlük savaşımız hep sürdü.
Hep birlikteydik çünkü: Together we stand, divided we fall!
Tanrının çirkin çocukları en güzel düşleri kurdular.
Tanrının yitik çocukları mümkünlerin ötesi oldular.
Bir fısıltıyı haykırdılar. Birlikte ayaktayız, düşeriz bölününce.
Evren bizi izliyor, beraber yıldızlara ulaşmayı hayal ettik.
Together we stand, divided we fall!
Uğruna ölecek bir fikir bulamadım demişti bir şair. Hiçlik; üzerimizde görkemli bir gömlek gibidir bazen.
Daha çok şiire ihtiyacımız var, daha çok sevmeye, yolda olmaya…
Hey sen, hiçbir zaman umut olmadığını söyleme bana, çünkü umut asla tükenmez.
Lizard King’in dediği gibi “Bir şey arıyoruz bizi çoktan bulmuş olan”
İki kişinin paylaştığı sessizlik, ses duvarlarını aşabilir.
Renkli dünyalara sıradan birer karakter çizdik, yıldızlara üfledik nefesimizi…
Orada bir çığlık yükseldi, PerAsperaAdAstra!
Hiçbir zaman umut olmadığını söyleme bana. Birlikte ayaktayız, düşeriz bölününce…

Yazıya düşen her şey ya yaşanmıştır ya yaşanacaktır…
Park soğuk, bira bitti, kahrolsun kapitalizm!
Yine düşler ülkesini kuracağız.
Sokaklarda yine Hector çığlıkları yankılanacak ve Neo-Beat duvarlara yine #PerAsperaAdAstra yazacak.
Yine kaldırımlarda söyleyeceğiz Pink Floyd şarkılarını. En çok da özgürlüğü düşlerken bağıracağız Hector diye…
Bir Hector çığlığı
Hectoooooooooooooooooor!
Özgür ruhlar enderdir ama görünce bilirsin -en basitinden onlarla veya yanındayken iyi, çok iyi hissedersin-
Gecesine yıldız tozu bulaşanlar, güne geç kalmazlar…

Dostoyevski’ye göre dünyanın en zor hissi; ait hissetmediğin bir yerde bulunma zorunluluğudur…
Bu ülkenin insanları umudunu kaybetti… Her şeye rağmen distopyaya karşı umudu savunmak için Ad Astra Manifestosu’nu yazıyoruz…
Ait olduğumuz yere, bir arada olmaya döndük.
Open your heart, we’re coming home!
İşte senin için bir şarkı… Hey You
The Wall ile başlıyoruz
Sigara, şarap ve Pink Floyd hiçliğe dahildir.
Lejyon3 sahalara geri dönüyor.
Günümüz bugün yoldaşlar
Maceralar bu vahşi jeolojide oluşur
Tüm yasalarınızı ve duvarlarınızı yıkıyoruz dev adımlarımızla
Stephen Hawking’in insanlığa verdiği en değerli şey uzak yıldızlara dair düşler kurabilmekti.
Ardından söylenecek en anlamlı söz şudur: Per aspera ad astra (Zorlukları aşarak, yıldızlara doğru).
Bir gün buradan gitmenin bir yolunu bulacağız.
Burada olmak, buraya ait olduğun anlamına gelmez.
Dünya üzerinde sesimizin ve şiirlerimizin duyulmadığı kara parçasını kalmayana dek yoldayız.
Bu umudu, kontrolsüzlüğü ve çılgınlığı biz yaratmıştık. Ve bu tutkudan, Neo-Beat felsefesinden Ad Astra Movement doğdu.
Ad Astra, ülkeye ve Dünya’ya dair tek gerçekçi umuttur.
Yıldızlar bizlere her zaman yol göstermiştir.

Aynı düşün farklı renkleriyiz, aynı kozmosa dağılan…
Yıldızlar kalabalık ve parlak, yol kadar sonsuz ve yarınlar kadar umutluyuz
Yıldızlara giden yol bile tek bir adımla başlar
Yine bir gece yola karışacak izlerimiz ve unutulmasın biz birbirimizi buluruz.
Başka bir dünya mümkün! Ellerimizle yoğuracağız taşını toprağını.
Dışarıda çok ses var içerde uzay.
Uyan! Çünkü artık uyanmanın zamanı geldi.
Sigarandan bir duman al ve dinle
Şiirlerimizin ve şarkılarımızın yankılandığı kulaklara selam olsun
Ve sesler yeniden yankılanıyor. Hiçbir şey bitmedi.
İyi geceler Satürn, iyi geceler yoldaşlar…
Buraya ait değilsin. Aç kalbini. Satürn fısıldayacak

Adımlarımız sessiz, kimliklerimiz yırtık. Hayatın anlamsızlığına anlam katmak için yoldayız.
Biz bir uğultuyuz uzaklarda bir yerde seni çağıran…
“Evrenin gücü, beni ait olduğum yere götürecek” der Haggard şarkısında.
Ait olduğumuz yeri bulana kadar aynı ateşin başında buluşacağız ve yolumuz hiç bitmeyecek demiştik.
BIG BANG! Hiç olmadığı kadar yeni ve güçlü bir süreç! Kolektif bilinç, bireysel ve açık ifadelerle kendini sağlamlaştıracak.
Her yere sanat, her yer insanlık yayılacak ardından!
Umudun içinde yankılanan bir çığlıktık. Bazen kendimizden yeniden doğarak, bazen kendimize varmak umuduyla yola çıkarak, bazen ise hiçliğin en mümkün kıyısında evrene açılan küçük kapılardık her birimiz…
Yıldızlar kadar yakın, yıldızlar kadar uzak…
Birlikte sarp dağların keskin havasını soluduk. Yalnızlığı ayak ucumuzun uçurumundan gördük. Düşlerde kaybolduk ama incitmeden yaşamanın bir yolunu bulduk.
Bu yolda ruhumuzdan ufalanıp giden onca şeye rağmen dönüyoruz. Artık daha çok ve her yerdeyiz.
Yüzyılın güneşi günün bağımlılığıdır, zaman çılgın olanları ağırlar
Bizim olanı almaya geliyoruz.
Buradaydık buradayız ve hep burada olacağız
Biz buradaydık. Yeniden biz geliyoruz, güneşi ardımıza aldık geliyoruz…
Hep vardık, hep olacağız!
Sizi izliyoruz, biz hep buradayız.
Yaşam bu kadar zor ortaya çıkmışken ve evrimsel sürecin tüm zorluklarını aşan direnç DNA’larımızda birikmişken; yaşam üzerinde biz söz söyleme hakkına sahip değilsek, kim olabilir?
Yıldızlara koşarken uzun soluklu olmalı insan…
Yıldızların sarhoşluğunda, yeryüzünde yalınayak yazıyorum.
Yarınlar uzak değil, yarınlar biziz.
Gölgem sağır olmasına rağmen onunla dans ediyorum.
Size kökünden sökülen dilde tekrar söylemek istiyorum. Sesimiz her daim kuytu köşelerde yankılanacak!
Biz öleceğiz ama müzik çalmaya devam edecek.
Yoldaydık… Kimileri yalnız yürümemek için yanımızdaydı, kimileri kaybolmamak için. Yoldaydık, kendini kaybetmiş ama yolunu kaybetmemişler olarak…
Kimi zaman yağmurdan değil gözyaşımızdan ıslanıyorduk.
Yoldaydık bu lanet çağa, bu lanet insanlara inat…
Zen’i unutmadın… Yolu unutmadın… Gitmeyi unutmadın… Şehir şehir toplanmayı unutmadın…
Sakladığın yerden çıkart o duygularını Satürn fısıldıyor.
O gerçeklik biziz, Zen’e selam olsun!

Biraz şehirler geçeceğiz, biraz uçurumlar…
Birimiz sustuğu vakit, diğerleri sesimiz olur.
Yol bitti derken yeni gezegenler keşfederiz. Ve biz farklı yerlerden, aynı düşünceyi hedefleriz.
Kelimelerin ahengi, yıldızların ışığıyla
Yıldızlara erişmenin tam zamanıdır şimdi
Bir dolmuşun camında buldum kendimi dostum, bir otobüs camının yansımasında.
Bir göletin kenarında buldum kendimi, belki de bir öğretinin yollarında…
Yumruğum nemli, gözlerim kahkahalarla dolu nükleer bir savaşın enkazı arasında ateşleriyle mücadele eden vizyonerlerin şarkıları gece yarısı Blues’la açılır
Otoban kenarlarına kurulan çadırlar, kalkan başparmaklar özgürlüğümüzün birer simgesi olacak
Odaklan! Bir fısıltı, yer küreye yayıldığında; tahakküm yumağından sıyrılmak mümkündür, SEZİNLE!
‘Hayatında bir kez bile çiçek koklamamıştı. Tek bir yıldıza bile bakmamıştı. Hiç kimseyi sevmemişti…
“Dinle küçük adam; insanın sefaleti senin her küçük kötülüğünde gün ışığına çıkıyor.”
Başkasının acısını kendinde tartmayanlar için; Bir Zamanlar Anadolu’nun son sahnesinde kan bize de sıçramıştı.
Ortak olmak bazen susmaktır. Ve biz asla susmayacağız.
Meşruluk kazandırma onlara! Dejenerasyona uğramış dizgenin, katillerini kutsatacağı algılardan aşındır kendini!
Zorbalığın gücünü medyadan aldığı tüm alanlara at kancanı! Bütünleşme zamanı şimdi! Tüm iğrençliklerin üzerine dökülme zamanı!
Ayrım yapanlar, monotonlaşmış tepkilerinden güç aldı şimdiye-değin. Hümaniteyi parçalara ayıranlar, kapılışlarımızdan karşıladı sürdürebilirliğini! Bilincimize müşterek erişim sağlamak namına, yeni bir biçim almak; telepatik sezgilerimizle arşınlanacak!
Düzen tarafından öfkeli kalabalıklar yaratıldı. Sırf bilinçten yoksun kalsınlar diye yarattılar öfkeli kalabalıkları.
Bizim öfkemiz bile mantığımızla uyuşuyor. Fırtınamız tertiplidir! Bekleyişimiz, bu hedefin tarihine olmak üzere yazı!
Periyodik infiallerden çıkar süreci yaratanlar var.
Toplumsal vicdanını bu yolla yaralayanlar var.
Bütün paradigmaları sapta! Toplumsal gerçekliğine sığınmadan, bireysel ve kolektif atılımınla; YENİDEN DİRİL!
Kendini umutsuzluğa bırakma. İyi şeyler düşün, çünkü evren senin gibi düşünenleri sana yakınlaştıracaktır.

“Gidiyordum, yumruklarım delik ceplerimde; Paltom bile hayaliydi artık. Göğün altında yürüyordum… İlham perileri! Ve kul köleydim size; ah Tanrım, ne muhteşem aşklar düşledim!”
Şarkılarına devam eden ölülerle sessiz yaşayanlarla, birbirlerini seven çocuklarla ve onları koruyanlarla yazıyorum… Yataktan kalkarken sessizce yazıyorum.
Sesimi sokakların adaletine veriyorum ve duvarların sessizliğini dinliyorum Kelimeleri mürekkeple, konuşan renklerle yazıyorum… Dünün ve bugünün kavşağında zamanın gürültüsü ile yazıyorum…
Bitmedi, daha sürüyor o kavga ve sürecek! Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!

Alexander Supertramp’ın, Ulrike Meinhof’un ya da Yavuz Çetin’in ölüme gülümsemesini düşün… Bizimle uçmak ister misin?
Sen hep gülümse Pınar Gültekin… Sana sözümüz var daha güzel, daha özgür, daha adil bir dünya için…
Düşünceleriniz de yürüyebilmelidir. Kendilerini ortam fark etmeksizin içinize sinen, şehrin kalabalığı içinde ya da bir dağın yamacında rastlayabilmelisiniz.
Her seferinde, her seferinde düşsek de deneyeceğiz tekrar…
68’de Paris düşmedi, 69 Woodstock’ı hiç görmedik 2013’te Kızılay’da Satürn fısıldadı ve tekrar fısıldayacak da…
Belki de aramıza 7 yıl girmesi gerekiyordu, birbirimizi daha yakından tanımamız için…
Her gün yeniden yaşlanmadan Woodstock ruhunu yaşıyoruz
Kadıköy sokaklarından, Florida sokaklarına selam olsun!
Çünkü bazı şeylerin sadece Kadıköy’de yaşanabileceğini hissedersin bazen.
Müzikal bir evrende seninle dans etmemiz; içinde bütün teorileri barındırır, sevgili…
Yazdık, içtik ve sarhoş olduk; içtikçe var olduk bu dünyada…
Brautigan’ın söylediği gibi: “Bedenen dışarıda olmak pencereden veya kapıdan bakmaya hiç benzemiyordu.”
Belki bundan seneler sonra hiç karşılaşmadığımız bir şehirde aynı yıldızın altında bu simülasyon bizi bir araya getirecek ve Satürn fısıldayacak!

Yorgundum. Kendimi cehennemin dibinde, iğrenç bir yerde, yabancı ve kaybolmuş biri gibi hissediyordum.
Bir mezar taşında rastlamıştım bu cümleye: PerAsperaAdAstra
“Yavaş yavaş batacağım kimse el uzatmayacak… Yavaş yavaş boğulacağım pişmanlık duymadan.”
Hatırla genç olduğun günleri, hani güneş gibi parladığın. Şimdi gözlerindeki bakış, göklerdeki kara delikler gibi
Gri yok; gri ölü. Siyah beyaz. Belki varsın, belki varlar… Çok karmaşık…
“Daha çok kız kardeşimin yükseklere kanat çırpmasını istiyorum. Zira özgürlük, hiçbir zaman kadınların kolay kolay elde edebildiği bir şey olmadı.” der Ursula Le Guin.
Tavandaki kopan ipe borçluyuz yaşamayı, mutluluğumuzu ise Perasperaadastra’ya
Aşkın özgürlük verici bir kalitede olması lazım, sana zincir vurması değil; sana kanat takıp mümkün olduğunca yükseklere uçmanı sağlaması lazım.
Gizindeki kasvete teslimiyetin, öngörüsüzlüğünden doğmasın artık! Kontrol altına alınışın, vahşetin namlusu olmasın artık! Reddedişlerin dirliğini azat etsin niceliğinden! Evirgen fısıltılar, dallansın-budaklansın haykırışlarına -niteliğinden!
Şiddet, varsanılarınla momentumunu sürdürmeye gayret ederse; varsanılarını anbean idrak et!
Güç, yok-saydığın hükümlerin sürmesiyle gayret ederken; yok-saydıklarına…
İçinden gelen sesler vardır, susturamadığın, kaçamadığın ve memnuniyetle teslim olduğun…
Olma! Kabuğundan çık ve kelebeğin etkisini bekle, döneceğiz.
Bazen öfke, hâlâ yaşayan taraflarımızı işaret eder.
Öfke; karşı çıkıştır. Karşı çıkış, gösterilenin dışını/etrafını algılayabilmekle başlıyordu.
Üzerinde bulunduğumuz Dünya’ya dair öfke hissediyorsak, bu, umuttur. Daha farklı bir yol olabileceğine dair umut.
Hiç olmadığımız kadar yakınız. Bekle bizi PerAsperaAdAstra
Bir yol var. Yıldızların yaşama arsızı olanlara yakın, Satürn’ün fısıldadığı
Bir gün kelebeğin çığlığını duyacaksın ya da Satürn sana fısıldayacak
Bir gün Satürn kesinlikle fısıldayacak.
Tüm kayıp ruhlar, bir fısıltıyla! Yeniden PerAsperaAdAstra
Çevrenizde yaşama çabası olanlara bakın ve gülümseyin. Yıldızların yer değiştirdiğini mi görmek istiyorsun, senin de onlarla birlikte dönmen gerek. Uykuda olsa da bilincin, duyacaksın: Perasperaadastra
“Beni ya şımartın, ya da kapı dışarı edin!” diye bağırırdı. “Yarı içtenliğe dayanmam zor benim. Bir kişi mi kalacak? Tamam, bir kişi kalsın.”
Sonra yine bağırmaya başlardı: “Ben günahkârım, bana vurun!” O günlerde Dostoyevski’yi okuyordu.
Küçük düşürüldüğün mukayeseler vardı, hürlüğünün özgünlüğüydü maksatsız. Metanetini sağaltıyordu fasılasız. Cioran’ın da vaktiyle itiraf ettiği: “Özgür olmak isteyen kimse, her türlü aşağılamaya dayanmak zorundadır”
ŞİMDİ HİÇBİR AŞAĞILANMAYA YER YOK, ÖZGÜRCE: Perasperaadastra
Çılgın minnettar ölüleri tanıyorum. Onlar 27 yaşın kahramanları ve yalnız saatlerimin ziyaretçileri.

Neyle karşılaşırsak karşılaşalım yürümekten asla vazgeçmedik.
Hep birlikte keşfedilmemiş yerlere motorlarımızı sürüyoruz…
Olmayan bir şey, olandan çok sarsıyor beni.
“Bir akşamüstü yanımızda kimse olmaz ya da olanlar, olması gerekenler değildir.
Yıldızların bizim için parladığını göremeyen gözlerimiz, gün gelir kayan yıldızların gömüldüğü maziye kilitlenir!”
Yola çıkmak! Yitirmek ülkeleri! Bir başkası olmak süresiz…
Yalnız görmek için yaşamaktır. Köksüz bir ruhu olmak! Kimseye ait olmamak, kendime bile!
Durmadan gitmek, sonu olmayan bir yokluğun peşinde… Ve ona ulaşma isteği içimde!
Bulunduğun yere, zamana, hatta kendi bedenine ait hissetmiyor olabilirsin. Zamanın ve tüm diğer kavramların ötesine çağrı: Perasperaadastra
Evrenin döngüsü bizi yolda birleştirdi. Biz kazanacağız çünkü güzel olan biziz!

Gerçekte dört boyut vardır, üçüne uzayın üç düzlemi adını veriyoruz, bir dördüncüsüyse zamandır.
Beşincisi ise Ad ASTRA!
Şehrin karanlık ve kuytu sokaklarından geliyoruz, elimizde şarabımız ve sigaramız kentin meydanına akıyoruz bir sel gibi duvarları yıkmak için…
Her sima tenezzül etmeli, alengirli azametinden paçayı kurtarıp.
Topyekûn mesafelerin hoyratlığından sıyrılmanın vukusudur halbuki yaraşan.
Nereden geldiğini unutanlara hatırlatma olsun
Sen ruhsal deneyim yaşayan bir beden değil, bedensel deneyim yaşayan sonsuz bir ruhsun.
Sırtımızda evimiz, yuvaya gidiyoruz
Umutlarımız hep canlı ve yüreğimizde hissettiğimiz
Kendi hikayemizi yazmaya geliyoruz!
Düşlerimizde mükemmel bir enerji ile yeni yarınlar kuracağız
Yağmur epey hafifledi, artık ufku görebiliyoruz; gökyüzünün açık grisi ile denizin koyu grisini ayıran keskin bir çizgi.

Bir zamanlar biz Satürn Komünü’nde çok güzel şeylere inandık…
Bir yanda müzik olacak, bir yanda yol. Ve sen sokaklarda özgürlüğe adım adım koşacaksın. Yıldızlar seni beklerken, Satürn’e kulak ver!
Kulaklarımızda çınlayan o ses, bizi bir yere davet ediyordu ve perasperaadastra diyordu.
Yine İstiklal’in sokaklarında kaybolacağız, Neo-Beat yazan kaldırımların arasında…
Alexander Supertramp’ın ölüme gülümsemesini düşünde gördün mü hiç?
Her seferinde biraz daha yorulacaksın kendini anlatmaktan.
Özet geçmeye çalışacaksın her şeyi. Özetler de birbirinin özeti olacak. Gitgide kısa ve kestirme cümleler kurmaya başlayacaksın.
En sonunda ya tamamen susacaksın ya da bambaşka şeyler anlatmaya başlayacaksın. Ama #SUSAMAM!
Özgürlük, şarap kırmızısında Güneş’i doğuracak ve Satürn halkasında kalabalıklar fısıldayacak.
Ölüme gözü kapalı gidenlerin, ardında bırakacaklarının tek bir kuşak olduğunu sadece biz biliriz.
“Hoşça kalın, aşkla yaşayın” demişti Mehmet Pişkin.
Hayallerimizi Satürnize edip, yıldız tozuna bulaşarak ve hep birlikte geliyoruz.

Hep buradaydık, aynı ütopyada, aynı distopyada ve aynı kozmosta…
“Zamana bizi aradığı yerde rastlayalım.”
Zamanımız bizi arıyor, biz onu.
Bir benzerliğimiz olduğunu ilk bakışta görebiliyorum.
Bu dünyaya ait değilsin sen.”
Var mısın ki, yok olasın?
İnsan başlı başına protestodur.
Duygulu sevişmek protestodur, nefretle savaşmak protesto.
Bizim her hareketimiz protesto, çünkü siz yaşamayı hiç öğrenemediniz!
Gencer Özcan bizi izliyor ve gurur duyuyor onun ruhuyla
Sahneye çıkıyoruz!
Sis çıkacak ve yine Neo-Beatler haykıracak…
Revaçta kal! Ardından haykır! Perasperaadastra
“Yalnızlığım bir mutluluk arayışı değil, çünkü yapımda yok mutlu olma yeteneği; Hiç kaybetmemiş olanlar dışında kimsenin elde edemeyeceği huzur da değil peşinde koştuğum”

Uzaktaki şehrin ışıkları yol oldu bize, gökyüzündeki yıldız rehberimiz, ulaşmak istediğimiz yer sonsuzluk nehri…
Çok olmadığımız kesin, çok olan tarafta değiliz, çok olan tarafta olmayacağız.
Başka bir dünya daha mümkün!
Yıldızlara baktığımızda yazdığımız bir hikâye var.
‘’Toplum denen bataklıkta ne kadar batarsan bat, gökyüzünü görebiliyorsan hala yıldızlara gidebiliriz.”

Yaz yağmuru gelmeli. Issız bir kumsalda The Doors dinlemeliyiz, rüzgâr saçlarımızı savurmalı…. Bir sırt çantasıyla terk etmeliyiz bu şehri…
Ait olduğumuz yerlerde dinlenip ait olduğumuz yerlerde dans edeceğiz.
Müzik durmayacak. Müzik ruhumuzda.
Ruhunu rüzgâra bırakmış, özgürlüğe sarılmış herkes orada olacak
Ve sesleri gökyüzüne değecek. Aynı şarkıya tanıklık etmiş herkes bir gün, birbirini bulacak.
Nietzsche’ye göre “İçimizde kaos olmadan yıldızlarımız doğmayacaktır.”
Öyleyse bir kez daha Ad Astra!
Bir şiir biliyorsun, ayakta bira içebilir
Bir şiir nereden baksan şairini seçebilir.
Hey sen! Daha beni tanımadan, sesimi duymadan, sadece okuduğun bu satırlar yüzünden içinden “Birlikte ayaktayız, düşeriz bölününce” diyen arkadaş,
Aynı yıldız tozlarını yutup, aynı hayallerde buluştuğumuzda daha yüksek fısıldayacağız: Perasperaadastra
Ait olduğumuz yere döneceğiz
Sen hiç bitmeyecek bir yolsun Perasperaadastra, Dünya’nın her parçası Ütopya olsa da…
Ruhun bedeni aştığı zamanlara
Çünkü yükselmek bir nevi düşmektir, Yaşam bir simülasyondur Ve bütün bunlar bir fizik kuralı sayılabilir
Söz özünü giyindi.
Ruhsal uyanış başladı. Zorlukları aşarak yıldızlara doğru ilerliyoruz…
Biz yine şarabımızı yudumlarken The Doors dinlemeye devam edeceğiz
Topluma rağmen, bulantımıza rağmen…

Hayat bir nehirdir, bir akıştır, başlangıcı ve sonu olmayan bir sürekliliktir.
Beş parasız, yalnız, mutsuz olabiliriz. Ama hala şarkılar var ve bizim için çalmaya devam ediyorlar…
Hayata teslim ol. Hayatın seni götürmesine izin ver, hayatı götürmeye çalışma Bırak hayat seni yönlendirsin, kontrol etsin. Kendine İncinebilir Olma İzni Ver.
Biz, tek olduk! Artık bizimle başa çıkamazsınız.
Ve azıcık bir şey değil, hepsini istiyoruz, Jim Morrison’ın söylediği gibi; Dünya’yı istiyoruz! Ve alacağız
Yazdık, içtik ve sarhoş olduk içtikçe var olduk bu dünyada
Aynı yıldızın tozları buluşurlarsa, o yıldız yeniden parlar.
Her şeyin başladığı ve ait olduğumuz yere doğru yalınayak yola çıktık. Kurşun kalemlerimiz ve gökyüzünden kağıtlarımız var. Artık bizi durduramazsınız!
“Eğer bir gün intihar ettiğimi söylerlerse, bil ki beni öldürmüşlerdir” dedi. Ulrike Meinhof çok güzelsin…
Gökyüzü bize hiçbir zaman uzak olmadı… Satürn fısıldadığında her gece bize göz kırpan yıldızın kucağında buluşacağız
Duvarın yıkıldığı gün, attılar kilitleri yere
Ve bardaklarımızı kaldırarak, bir çığlık kopardık gelen özgürlüğe!
Pink Floyd ve yıldızlara!
Daima!
Müziğin sesini sonuna dek aç.
Ve gökyüzüne bakmayı unutma.

Bir gün gelecek
Gün ışığında yollara çıkacağız. Elbet bir gün.
Aslında hiç kimseye hiçbir şey borçlu değilim; alışverişi keseli çok oldu.
Ama son kez bir iletişim denemesi yapabilirim. Uzaya gönderilen, hedefi yüzyıllarca ışık yılı uzakta olan sinyaller gibi.
“Biliyorum nerede ötekilerin yürekleri: göğüslerinde… Bilmeyecek ne var bunu? Gelgelelim bende sapıttı gitti anatomi, koskoca yüreğim ben tepeden tırnağa, atarım güm güm…”
Müziğin sesini duyuyor musun? Bu bizim en güzel dansımız olacak
Hep birlikte gökyüzüne umutla bakmanın heyecanı inanılmaz bir şey
Bütün dünya bir sahnedir, bizim manzaramız ise karanlık gökyüzünü süsleyen yıldızların hayallerimize eşlik ettiği bir şölen oldu
Ve biz daima özgür kaldık
Hikayemiz yol, bizi birleştiren ritmimiz, ışığı görüyor musun?
Şimdi gözlerini kapat ve dans et benimle
Rüzgârı havalandırıyor perdeler…
Dumanı küllüğe, külleri ciğerlerime döküyorum.
Kahrolsun bu yollar ve yıllar!

Bir göçebe gibi geldi eskiye hasretin
Aşındırdı kalbin, alışkanlığın o zincirini
Geldiğin yollardan uzun bir kış uykusu
Mark Twain ‘e Kerouac’a, Yavuz’a selam olsun!
Kitlenin içindeki ucubeler çok çabuk fark edilir.
Binlercesinin taşıdığı o tuhaf endişeyi göremezsin bizde.
Bizim acelemiz yok. Bir şey de aramıyoruz.
Bir sonraki sokakta bir başkası tarafından beklenmiyoruz da.
Salıncakta sallanarak birasını yudumluyor ve şarkısını mırıldanıyor: Bütün bunlar düş.
Biz ne yapıyoruz bu hayatta? Birileri demiş, sınırları çizmiş, burada yaşayacaksın demiş.
Birileri demiş ki sen bu maaşı alacaksın demiş, bu okula gideceksin demiş, bunlara karşı çıkmayacaksın demiş.
Bunların hepsi ben söylemeden birileri tarafından söylenmiş.
Biz istemedik ki bunların hiç birisini. Biz sokaklarında dans edebileceğimiz özgür sokaklar, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ına, Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ına inandık.
Bir de kocaman yalnızlıklarımız ve anlaşılmazlıklarımız…
Soluk bakışların geçecek. Bilinmez bir oyun oynayan çocuklar bizi de aralarına alacak.
Hayatta erişilmemiş hisler senin dudaklarından giyinecekler. Hadi uyan!
Uzay sonsuz, zaman sınırsız ve yolculuk keyifli.
Çantanıza bir havlu koyun ve gördüğünüz ilk yıldıza otostop çekin. Oralarda görüşmek üzere…

Mutluluk bazen sigaraydı, bazen de şarap ama asla sıcak bir omuz olamadı. Bakkallarda yoktu, poşete sığamazdı çünkü.
Götür beni buradan, çok uzaklaraaa…
Sen Ay kadını, Ay’ın karanlık yüzü!
Gece çöktüğünde buradaydık, ışık olmak için.
Ay’ın karanlık yüzünü aydınlatan çocuklardık.
Yol bizi bir amaç için birleştirdi.
Yol uzun, yol güzel, yol evimiz…
Bundan böyle ışıkları açmaya, Satürn’ün derinlerden gelen fısıltısını haykırmaya geliyoruz.
Biz kozmik bir yolculuktaki gezginleriz…
Yıldız tozuyuz, girdaplarda dönüyoruz ve dans ediyoruz sonsuz anaforlarız…
Hadi şöyle yapalım, bu gece oturup yıldızları sayalım.
Bittiğinde hepimiz özgür olacağız.

“When I was a little child
Bir yokluktu Ankara.
Après moi dull and wild
Town ne oldu, que sera?”
Even though I don’t know you, and even though I may never meet you, laugh with you, cry with you, or kiss you, I love you. With all my heart, I love you!
I can flyyy, my friends…
Perasperaadastra is my silver lining!
Geri geleceğiz güneşli bir günde ve Satürn fısıldayacak
Özgürlüğü anlatan tüm şarkı ve şiirleri korkmadan birlikte haykırabilmek için: Ad Astra!
Arayış bizim bu dünyaya gönderiliş amacımızdır.
Onu gerçekleştirmek için varız, onun sınırları kadar varız.
O en daraldığın an, balkona çıktığında kafanı yukarı kaldır, bizim intiharımız gökyüzüne doğru olandır.
Toplum denen bataklıkta ne kadar batarsan bat, gökyüzünü görebiliyorsan hala yıldızlara gidebiliriz.
İçinde taşıdığın evren bu yeryüzüne sığmaz ise bir gün, o gün bir yıldıza sığın. Bu yeryüzünde anlamını yitirmiş kalabalıklara değil.
Yıldızları yakalamak hissettiğin kadar… Hissettiğin her ne ise bir yıldıza dönüştür.
“Kimse uzun zaman umutsuzluk içinde yaşayamaz. Umutsuzluk insanı eninde sonunda ya ölüme ya da eyleme götürür.”

Çırpıyorum kanatlarımı sonsuzluğa hissediyorum her zerresinde özgürlüğü ruhumda
“Sizi yolculuğa çeken yolun sonu değil, yolun kendi de olabilir. Belki sadece gitmeyi seviyorsunuzdur.”
Yol ile bir olanlar için Zen sonsuzdur.
Bir insan doğduğunda yumuşak ve sert; öldüğünde, sert ve bükülmez. Bitkiler canlıyken yumuşak ve esnektir; öldüklerinde sert ve kuru.
Hayat bir nehirdir, bir akıştır, başlangıcı ve sonu olmayan bir sürekliliktir. Bir yere gitmez, her zaman oradadır.

Her günün sonunda kapanan bir sayfada ümitlerini kurutuyorsun gelecek güzel günler ümidiyle yollara atıyorsun kendini, yolda gelecek güzel günler…
“Ne olmuştu?” ve ”Ne olacak?” sorularıyla değil,
“Plan yok, plan bu!” dediğimiz zamanların içinde olacağız. Sen de hissediyorsun değil mi?
Birbirimizden kaç şehir uzakta aynı düzene yenik düştük.
Aynı anlarda özledik, reddettik. Sonbahar bir durak sonra, bir durak sonra buluşacağız…
“Varsın kırmızı ışıkta dursun otomobiller; ben serilip yere, gökte kaç yıldız var acaba, diye sayacak kadar hayalperest, pervasız, korumasız ve sonsuza kadar salak kalacağım! Yemin ettim, ruhumun üstüne kuma almayacağım!”
“Damla nasıl inci olur denizde: Sedefler içinde gizlenerek” der Hayyam
Umut et, beklentin olmasın. O zaman belki hayal kırıklığı yerine bir mucize yaşarsın.

Yüzlerce paralel evrenin varlığı olasıdır ama bu bazı filmlerde gösterildiği gibi bizim birebir kopyamızın başka boyutlarda yaşadığı anlamına gelmiyor.
Yıldızlar her dakika değişir ama uzay o hep aynı.
Başkaları yıldızlara ulaşabilsin diye nihai fedakarlığı yapanların anısına;
Galaksi boyunca gezelim önce. Kalbimi sök ve sonra bağışla beni.
Öp öpebildiğin kadar öp. Sana olan ihtiyacım bunlar…
İthaka’ya doğru yola çıktığın zaman, dile ki uzun sürsün yolculuğun, serüven dolu, bilgi dolu olsun. Ne Lestrigonlardan kork, ne Kikloplardan, ne de öfkeli Poseidon’dan…
Gece içinde beyazı saklar, gün içinde siyahı saklar.
İyi ve kötünün gerçekten uzak olduğu sahte bir dünyadan uzakta ama bir o kadar yakın bir yer var.
Yol içinde o cenneti saklar: Ütopya…
Öyle ki On the Road’da da Kerouac, ne zaman yol ve aşk arasında kalsa yolu seçmiştir
Aşk; Neo-Beat’tir!
Seni seviyorum #Perasperaadastra
“Çünkü benim ilgimi çeken insanlar deli olanlardır, yaşamak için deli olan, konuşmak için deli olan, her şeye aynı anda ihtiras duyan, hiçbir zaman esnemeyen ya da sıradan bir şey söylemeyen.” diyor Kerouac
“Bu kim? O kim? Bütün bu deli insanlar da kim!”

Kesiştiğimiz yerde aderans tutulması yaşıyorduk. Kırılmalardan, nemden esirgenişimizdi tümü.
Baskıyla meydana geliyorduk satıhlar arasında. Deformasyona düşmüyorduk böylece, baştan aşağı zindeliğe montelenişimizdi BİZ. Çatımız sarsılmaz kontekste bundan böyle!
Varlığa, yokluğa ve en çok da hiçliğe! Beyaz tavşan kaçacak, sen dönmeye başla kendi özüne, bize.
“Yıldızlar da zaman yolcusuydu. Şu kadim ışık kaynaklarından kaçı ölü güneşlerin son yansımalarıydı?
Bu gece bizimki dışında tüm güneşler yok olsa koca evrende yalnız kaldığımızı anlamamız kaç ömür sürerdi?”
Şu kana bulanmış yer kürede düş kuranların tek avuntusu olan Ay. Çılgınların, katillerin, kodes kuşlarının, şairlerin ve sapmışların gezegeni Ay.
Tıpkı gerçek bir sevgili gibi, bin yıllık yolculuğumuzda bizi hem avutan hem çıldırtan Ay,
Lady Luna. Tanrı’nın gözbebeği!
Issız bir adada, bir türlü konuşmadığım Cuma’larla kuşatılmış bir Robinson’dum. Uzaklarda bir gemi aramak istiyordum ama ufuk çizgisi yoktu burada.

Ben sana yıldızları gösterdim ama sen sadece benim parmağımın ucunu gördün.
Sen tek boyutlu yaşadın, tek boyutlu bir şekilde düşündün, inançların üzerine rahat bir hayat kurdun. Sonra yeni bir şey kapını çaldı.
Ve vazgeçmek, var olduğun yerden, olduğun ana.
Gökyüzünün perdeleri açıl desem açılır mı masalların ülkesine
Sonbaharda kar yağar mı şimdi, uzakta rüzgarların tahtındasın
Belki masal diyarlarında Kaf Dağı’nın ardındasın uyan, uyan uykulardan…
Sonsuz sırlar arasından gökyüzünün kapısından bana yıldız toplar mısın?
Gitmek… Başlangıcın bitişine, bitişin başlangıcına, umarsızca gitmek…
Ve ancak düşüşümüzün derinliği kadar yükselebileceğimizi biliyordum.
Slavoj Zizek’in söylediği gibi, sistemi savunan kişilerin birleşmeleri kolaydır. Ancak KARŞI’da olanlar bütün olasılıkları değerlendirdikleri için zaman zaman farklı yollardan ilerlemeyi seçebilirler.
Özgürsün, nereye ve nasıl bakarsan bak Satürn fısıldıyor, hayallerin hemen perdenin arkasında çık yol her yerde
“Düşünsene, kimsenin seni tanımadığı, kimsenin senin kim olduğunu bilmediği bir yerlere gitmek ne kadar güzel olurdu.”
Anlam, anlamsızlaşacak. Gündüz-gece kavramı yok olacak. Kavramlar yok olacak. Dibi hissedeceksin, sonra dönüşüm başlayacak.
‘Hayat, batmak üzere olan bir tekneye adım atıp denize açılmak gibidir.’
Bizler koşullarımızın kurbanı değil yaşamlarımızın mimarıyız.
Kaybolarak var olduk bu dünyada…

Franz Kafka’nın da inandığı gibi, belki de karanlığı geride bırakmamıza sadece bir adım kalmıştır!
Umut olsun, umut daima var olsun…
Parmak uçlarımızda yıldızlar
Ait hissettikçe yıldız tozuna,
Yıldızları aştık, yıldızlara ulaştık
Yıldızlara uzanan merdivenler inşa ettik
Öyleyse hayal etmeye devam. Zaman gemisi kalkıyor, zaman yolcusu kalmasın!
Her şey ıssız bir Ankara barında başladı ve hiçbir zaman son bulmayacak.
Ankara’nın o özgü kokusunu alıyorum.
Kızılay’a ses ver
The Doors dinle, içki iç Bayburt
Sen yalnız değilsin!

Bazen #Perasperaadastra, aylardır evden çalışan bir distopik kölenin PC’sinin zincirleri ve kelepçeleri arasından sızan ütopik ışıktır, umuttur, isyandır
Neo-Beat’in yaklaşan Apokaliptik Çağ’a hazırlanma amacıyla yeraltına çekilmesinin üzerinden iki yıl geçti.
Geride bıraktığımız dönemde nefret ideolojisi ve karanlık gezegenin her yerine yayıldı
İsimsiz gökyüzüne mülteci yıldızlar bıraktık, tanımadığımız birilerini aydınlatsın diye!
Selam olsun içlerinde Kozmos’un enerjisini taşıyanlara.
Esmer gezegen vardı gittiğim bez çantamın içinde Samanyolu navigasyonu Evrene havale kavuşma dilekleri… Satürn halkasında pedal çevirmek, galaktik bisiklet yolu…
“Sen…Yalnızca sen yıldızlara herkesten farklı sahip olacaksın…”
Bir yıldızda başladı hikayem ve bir yıldızda biter.
Gök iner yere, ben çıkarım göğe ki hep böyle olmuştur.
Yol almıştır, ben yol almışımdır ve şimdi bakıyorum hala yoldayım. Ben hep yolda olacağım.
Kafanı kaldır gökyüzüne baktıkça yıldızların çoğaldığını fark edeceksin
İçine dolduğunu hissettiğinde gözlerini kapat, açtığında çoktan yola çıkmış olacaksın.
Yıldızlara en yakın olanlar, duvarın öte yanını düşlemekten hiç yorulmayanlardır.
Hiçbir yere ait hissetmeyenler için döneceğiz.
Yola çıktık, bir gün tekrar dönmek üzere
Rotamıza katılanlar ile birlikte güçlüyüz.
Biz hep buradaydık, hep kalabalıklardaydık.
Ve unutulmasın ki en kalabalık bizdik.
Yıldızlara doğru… Özgürlüğe doğru!
Son bardak… Son shot… Son öpücük… Son dans… Son bir uyku… Ve hatta son bir nefes…
Hayata dönmek için mi yoksa ölü kalmak için mi… Karar ver!!!
Ve sonra üstatların dediği gibi:
“Doğru ile yanlışın ötesinde bir yer daha var, orada buluşalım!”


Bir gün hepimiz bir şehirde bir araya geleceğiz.
İsmini Utopia ya da Cosmos koyacağız. Pink Floyd çalacak sokaklarda…
-Anlaşılmaktan vazgeçerek susmuştuk.
-Susarak konuşmalıydık.
Bize yaşamayı öğrettin; #Perasperaadastra
Gizlendiğim yerde bul beni…” diyecek Pink Floyd
And I am you and what I see is me.
Don’t give in, without a fight!

Kaybolurum ritminde bir şarkının, dizesinde bir şiirin ve haykırırım özgürce
Kelimeler aklımdan düşüyor hece hece
Kim olduğumu, ne olduğumu unuttum ben bu gece.
Gerçekten seni anlayan birine kendini anlatmak,
Karmaşık bir günün sonunda eve dönüştür.
Ve her düştüğünde hiç korkmadan elini uzatmak…
Hüzünlü bir şarkıyı al ve daha güzel bir şeye dönüştür!
Bazen, o karanlık anda bütün dünya susarken, bir gülümseme mavi gökyüzünü getirir sana.
Ve o şiir gelir aklına: “Bir umudum sende, anlıyor musun?”


Tekrar buluşacağız,
Bilmiyoruz nerede,
Bilmiyoruz ne zaman
Ama güneşli bir günde…

Email adresiniz paylaşılmayacak