Bir Şarlo Portresi

 

 

ABD’de Schoenhut fabrikasında özel olarak üretilen ve Charlie Chaplin’in çok sevdiği Şarlo oyuncağı Amerika’daki bir açık artırmadan Oyuncak Müzesi’nin kurucusu Sunay Akın tarafından satın alındı. Chaplin’in 100. yaşı vesilesiyle Nisan ayı boyunca İstanbul Oyuncak Müzesi’nde bu oyuncağın yanı sıra Şarlo için üretilmiş başka pek çok metaryal de sergilenecek. Biz de bu vesileyle kısa bir Chaplin biyografisi hazırladık.

Chaplin henüz üç yaşına varmamıştı müzikhollerde ve çeşitli tiyatrolarda oyunculuk yapan anne ve babası ayrıldıklarında. Oysa yeni yeni dile gelmişti İngiltere’nin yoksul semtlerinden biri olan East Lane, Walworth’da 16 Nisan 1889′da doğan çocuk. Konuşabilse anlatacaktı belki de ileride başaracaklarını ama onun asıl meziyeti konuşmak değildi ve elden bir şey gelmedi. Sustu küçük Chaplin.

Sahneye çıktığında Lily Harley indiğinde biraz uzunca adıyla Hannah Harriet Pedlingham olan annesi henüz 19 yaşında yutmuştu ilk tiyatro tozunu. Kocası evi terk edip bir metresle yaşamaya başlayınca o da başka birinde aradı mutluluğu ve hamile kaldı, Sdney Chaplin’i doğurdu. Sonrası malum; Londra’nın yoksul semtlerinde derme çatma evlerde yaşaması bir süre üvey Chaplin kardeşlerin. Ardından Hannah’ın yaşadığı ruhsal dengesizlikler ve psikolojik sıkıntılar katlanılamaz hale geldiği gün Lily 1894′de bir sahne performansı sırasında sesini kaybetti. Chaplin belki de işte o gün imgelemine ‘sessizce’ Şarlo’yu düşürdü. Şarlo yalnızca sinemanın henüz aşamadığı teknik bir zorunluktan sessiz sinema karakteri olmamıştı. Bü sefer sinema tarihi bir evladın annesini doğuruşuna tanıklık ediyordu.

Anneleri rehabilitasyon merkezine yatırılınca, metresiyle birlikte yaşayan babalarının yanına verildi Chaplin kardeşler. Bu pek de iyi bir fikir sayılmazdı. Çünkü başarılı olamayan pek çok sanatçı gibi Charles Chaplin Sr. da alkolle tutkulu bir âşk yaşıyordu. Chaplin henüz on iki yaşındayken otuz yedi yaşındaki babasını alkolizmden gönderdi toprağa. Göz yaşı döküldü belki ama hıçkırıkları duyulmadı. Şehir Işıkları filminde Şarlo’nun karşısına çıkan, sarhoşken dünyanın en iyi, ayıkken dünyanın en çekilmez adamında yaşattı belki de babasını.

ŞARLO ADIMLARI

Dilsiz bir annne, nefessiz bir babanın kimsesiz çocuları Sdney ve Charlie oldukça kötü koşullarıyla ün yapmış olan bakımevinde mutsuz ve kötü yıllarını doldurdular, kim bilir hem de nasıl… Psikiyatri kliniğinden zaman zaman bırakılan annesini yıllar sonra Amerika’ya yanına aldığında Chaplin üçüncü bir kardeş daha bulacaktı yanıbaşında, Wheeler Dryden’i. Aynı anneden farklı babalardan olma üç kardeş. Biraz karışık oldu ama hayat karışık n’aparsın!

Şarlo’nun elinden tuttuğu The Kid, yani çocuk, yetişkin bir sanatçının, cahil bir bakıcının insafına terk edilen çocukluğunu sıkı sıkı elinden tutmasından başka bir şey değildi. Herkesin bildiği ama konuşmadığı bir şeyi neden sessizce anlatmasındı ki Şarlo?

Anne ruhen hastaydı, baba alkolikti, beş parasız ama sanatçıydılar. Charlie ve Sdney’e bıraktıkları yegâne miras da bu oldu. Yetenek, sanat sevgisi! İlk adımı Sdney attı, dönemin ünlü kumpanyası Fred Karno’ya katılmayı başardı. Ardından Charlie ‘Şarlo adımlarıyla’ gitti kardeşinin peşinden aynı kumpanyaya. Yıl 1908′di. Amerika turnesi sırasında Laurel-Hardy ikilisinden Laurel’i canlandıran Arthur Stanley Jefferson ile tanıştı, onunla birlikte çalıştı, aynı odayı paylaştı. Chaplin’in ‘Şarlo adımları’ küçük ama etkisi büyüktü, Keysone Stüdyoları’nın sahibinin ilgisini çekti ve ilk kez kamera karşısında kendini gösterme fırsatını yakaladı. Artık önlenemez yükselişi başlamıştı. Mutual Şirketi ile yaptığı anlaşmaya on sekiz ayda dünya tarihinin en komik on iki filmini sığdırdı. Şarlo artık her yönüyle eksizsiz bir tiplemeydi. Melon şapkası, bol pantolonu, dar yeleği ve bastonuyla bu sessiz adamı dünyanın her dilinde kahkahalar seslendiriyordu. 1918′de Chaplin kendi şirketini kurdu. Kenar mahallelerdeki yoksul günlerden ‘şehir ışıkları’na baş döndüren bir yükselişin öyküsüydü bu.

AMERİKA KAYBETTİ

Şarlo yoksulların yanındaydı her zaman. Haksızlığa, zulme boyun eğmeyen, sesi duyulmasa da sözünü esirgemeyen bir halk komiğiydi. Ve işin kötüsü her zaman kazanıyordu! Amerikan vatandaşlığını reddetmişti. Hitler’i rezil rüsva eden Büyük Diktatör filmi henüz Almanya ile ‘barış’ durumunda bulunan ABD’yi diplomatik olarak zor duruma düşürmüştü. Kendisinden hayli küçük dört kadın ile yaptığı evlilik, hakkında açılan babalık davası, bir filminde ABD memurunun kıçını tekmelemesi, hakkında ayyuka varan komünizm suçlamaları sonunda şöhretinin sınırları kıtaları aşmış Chaplin’in sınırdışı edilmesine yetti.

1972 yılında Amerika’uya kendisine verilen Oscar Özel ödülünü almaya geldiğinde salona sessizce izleyicilerin arasından girmiş, filmlerindeki ünlü hareketi ile selamlamak istemişti salondakileri. Melon şapkasını havaya fırlattı, şapka süzüldü süzüldü ve ellerinin ucundan kayıp yere düştü. Ellerini açtı iki yanına ve kafasını yana düşürdü. Tüm salon ayağa kalkmıştı, alkış tufanı kopuyordu. Şarlo’nun en sesli filmi buydu. Oscar töreninde dinmek bilmeyen alkışlar büyük bir zaferi de müjdeliyordu. Şarlo, Amerika mücadelesinde galip Şarlo’ydu!

1978′de uykusunda sessizce öldü Chaplin. İsviçre’de bir mezarlığa defnedildiğinde, Şarlo o hüzünlü ve ağlatan bakışlarıyla töreni seyrediyordu. Chaplin bir değil iki kez gömülmeliydi. Çünkü hayatı Chaplin ve Şarlo olarak iki kişi yaşamıştı. Öyle de oldu. İsviçreli bir grup cesedini kaçırdı Chaplin’in. Niyetleri Şarlo’dan fidye sızdırmaktı. Şarlo’nun kalbi ‘para’ için insanlığın böyle kaldırılmasına dayanamadı, bir hafta sonra buldu Chaplin’in cesedini Cenevre gölünün tam 1 metre 80 santim altında, aldı omzuna, kazdı mezarı ve örttü toprağı ikisinin de üstüne. O günden sonra Şarlo, Chaplin’le birlikte yalnızca beyaz perdeden tek bir vücutta göründü insanlara.

Cansu Fırıncı

Email adresiniz paylaşılmayacak