Ken Loach

Londra…

Otobüsten koşarak inen bir adam…

Metro istasyonunda bir miting için toplanmış kalabalık…

Protestonun hedefinde Irak’a saldıran ABD. Mitingin sahibi Savaşa Hayır İttifakı.

Adam, İşçi Partisi milletvekili Jeremy Corbyn’den mikrofonu alarak konuşmaya başlar.

Konuşmacı ünlü marksist yönetmen Ken Loach’tur…

Tiyatro, Ken Loach’un ilk aşkıdır. Bu alanda işsiz kalınca, oyunculuktan yönetmenliğe geçiş yapar ve televizyona yönelir.

Bu süreç boyunca sol fikirlere doyarken, Joan Littlewood Tiyatrosu’nun toplumsal gerçekçiliğiyle yakınlaşır.

Çarşamba Tiyatrosu (1965) için çektiği bölümlere getirdiği yenilikler, Royal Court Tiyatrosu’nun “Öfkeli Gençler”inden ve “Mutfak Evyesi Tiyatrosu”ndan izler içerir. Dramayı stüdyodan sokağa taşır.

Bir zamanlar üyesi olduğu İşçi Partisi’ni ihanetleri nedeniyle eleştiren ve ona göre daha solda olan Loach şöyle der:

“Her zamankinden daha açık görünen bir şey var ki, toplumda iki sınıf bulunmaktadır, bunların çıkarları arasında bir uzlaşma sağlamak mümkün değildir ve bir tanesi, öteki pahasına varlığını sürdürmektedir.”

Loach, medyada sesi duyulmayanların sesi olur

Up the Junction (1965) ve Cathy Come Home (1966) gibi TV dramalarıyla toplumun en alt kesimlerini ekrana getirirken televizyonu görülmemiş bir biçimde kullanır. Loach’un film çekme tarzı gerçek mekân kullanımına dayanır ve belgeselvaridir. Cathy Come Home’un çekilişini şöyle anlatır Loach:

“Standart film çekimindeki temel kurala göre sokağı boşaltırsınız, her köşeye bir yapım asistanı yerleştirirsiniz, oradan geçen herkesi durdurur ve filminizi çekersiniz. Ben ise oradan geçen insanlara yollarına devam etmelerini söylüyordum, sahnede doğal bir akış olsun diye. Bir başka gelişme, kamerayı biraz uzağa yerleştirip insanların tepkilerini yakalamaktı. Belgeselvari bir yaklaşımla, bir ortamda neler olabileceğini hesaplayıp sonra bunların olmasını bekliyor ve gerçekleştikleri anda filme çekiyorduk. Eve Dön Cathy, bunun ilk örneği olmuştu.”

Karşılığında TV eleştirmenleri ve seçtiği konular yüzünden ahlâkçılar ayağa kalkar. Örneğin evsizlik sorununu gündeme getiren Cathy Come Home [Eve Dön Cathy], yerleşik düzene bir tehdit oluştururken bir yandan da Ken Loach ve yapımcı Tony Garnett’a yeni bir yol açar: Sinema…

Loach’un ilk filmi Poor Cow (1967), ona sinema sanayinin geleneklerini öğretirken, ardından gelen sansasyonel Kerkenez’de (1969) kendi üslubunu geliştirir ve tamamen gözleme dayanan tarzını yaratır. Kamera, oyunculardan olabildiğince uzakta durur; böylece oyuncular oyunu gerçekmişcesine oynayabilir.

Loach’un bir başka özelliği, profesyonel olmayan oyunculara yönelmesidir. Üstelik senaryodaki karakterlere benzeyen yaşam deneyimleri olan oyuncuları seçer.

Bütün bunların ardında yatan neden, Loach’un gerçekliği olduğu gibi perdeye yansıtmak istemesidir.

Çevresindeki kişilerce saygı ve sevgiyle neredeyse bir aziz gibi anılan, ölçülü ve kontrollü bir kişiliğe sahip Loach oyuncu yönetimine gelince değişir. Çıplak gerçeği yansıtan bir atmosfer yaratır ve aşırı yöntemlere başvurur. Örneğin Kerkenez’de küçük çocuklara gerçekten sopayla vurulur.

Loach, Kerkenez’i izleyen on yıl içinde filmlerine finansman bulmakta zorlanır. Bu dönemde sadece iki film çekebilen Loach, televizyona dönerek dört bölümlük Umut Günleri’ni (1975) yapar. Dizide, 1926 genel grev arifesinde işçi sınıfının sendika ve işçi partisi liderleri tarafından uğratılan ihaneti yansıtılır. Loach’un siyasal filmlerine hep aynı tema hâkim olur: Solun ihanete uğraması. 80’li yıllarda üyelerini satan sendika ağaları üzerine çektiği belgeselleri hep sansüre uğrar.

Aradan geçen on yılda Loach kendisine bir destek arar. Bu sırada el attığı belgesel alan istediği gibi sonuçlanmaz. Çünkü Loach sansürü çalıştıracak konular seçmekten vazgeçmez.

Liderlik Sorunları adlı dizide Loach, liderlerinden memnun olmayan sendikacıların düşüncelerini işler. Denetleyici Bağımsız Yayın Kurumu (IBA) konunun ele alınışını tek taraflı bulur. Sanki “diğer taraf” yedi gün yirmidört saat yayın yapmıyormuş gibi. Bunun üzerine dizinin yayınlandığı Channel Four diziyi geri çevirir.

Bu arada, Perdition oyunuyla tiyatroya geri dönen Loach ilgili alanda da yasaklanır ve Royal Court Tiyatrosu tarafından engellenir.

Deyim yerindeyse Loach neye eline atsa kurutur; işsiz kalır. “Piyasa”ya girerek, reklam filmleri çektiği dönem bu dönemdir.

1990’da Gizli Ajanda ile sinemaya dönüş yapar.

Çarşamba Tiyatrosu’nun beyaz perde versiyonu olarak görülebilecek Ayak Takımı (1991), Yağan Taşlar (1993) ve Minik Kuş Minik Kuş (1994) bu dönemde çekilir. Bu filmlerde Loach, Britanya’da çoğunluğun yaşadığı sefilliği, insani, hatta mizahi bir dille anlatır.

Loach, kendi ülkesinde filmlerinin dağıtımı için savaşırken, Kıta Avrupası’nda sinema severlerin ilgi odağı olur, festivallerden ödüllerle döner.

Örneğin İngiltere’de kaçak bir sokak dansçısı ile sıradan bir İngiliz otobüs şoförünün Nikaragua’ya uzanan maceralarını anlatan Carla’nın Şarkısı (1996), kitlelerce beğenilir.

İspanya İç Savaşı’nı aktardığı destansı Ülke ve Özgürlük (1995) Loach sinemasının uluslar arası bir nitelik kazanmasını sağlar. Bu film hem tarihsel bir eser olur, hem de Loach’a bağımsızlık kazandıracak şekilde bir finansman elde etmesini sağlar.

Ekmek ve Güller (2000), Loach’un Amerika çıkartmasıdır.

Her ikisi de İskoçya’da geçen Benim Adım Joe (1998) ve Afili Delikanlı (2002) Britanya toplumunu dramatize ederken büyük övgü toplar.

Tüm bu filmlerde ısrarla üzerinde durduğu toplumsal gerçekçilik Loach’u eşi benzeri görülmemiş bir yönetmen yapar.

Loach’un seti, “motor” ve “stop” gibi bağrış çağrışların yaşanmadığı keyifli bir settir. Loach, oyuncusunun hareket alanını her şey bir yana korur. Öyle ki ekiptekilerden birinin deyişiyle, Loach kamera ve teknisyenler olmadan film çekebilmeyi tercih eder.

O gün mitinge koşturan bu adam, bugün yetmişlerinin sonunda film yönetmekten hâlâ memnundur. Üstelik, hiçbir şeyin ve hiç kimsenin engelleyemediği bu keyfi setteki herkese de bulaştırır.

İsmet Tekerek

Email adresiniz paylaşılmayacak