Bir de kuşlar var Hakim bey der, Ahmet Arif ve “Herşeyin başı onlar… Onlar özgürlüğü koyuyor insanların kafasına… Baksanıza, terörist terörist uçuyorlar…”
Kuş olmak isterdim. Uçmak. Durmadan, yorulmadan, dilediğin kadar, alabildiğince uçabilmek. Bir yere ait olmadan sadece uçmak. Hiç bir ana, mekâna , bir şeye bağlı kalmadan sadece uçuyorsun. Özgürce ve belki de Ahmet Arif’in dediği gibi teröristçe uçuyorsun. Birileri, birisi seni görüyor masmavi gökyüzünde ya da hafif sisli kapalı gri bulutların altında mavi gökyüzünde uçarken seyredip şöyle uzun uzun, sonra gözlerini kapatıp rüzgarın yüzünü okşarken senin, özgürlüğe uçuşuna imrenmesi, belki de benim gibi kıskanması. Kuş olsaydım diye iç geçirmesi. Ülkeleri yok, sınırları yok.. Kim bilir kaç deniz, okyanus görmüştür, diye istemsiz sorular sormaya başlarsın. Mavi gökyüzünün altında, dalgalı masmavi okyanusun üzerinde uçmuş olması artık seni çok kıskandırır ve sen de kendini onun yerine koyup rüzgarı arkana alıp birlikte dalgalı okyanusun üzerinde uçtuğunu düşünürsün. Bu düşüncenin bile seni nasıl mutlu ettiğini anlayınca bir kuş olduğundaki mutluluğu tahmin dahi edemiyorsun. Sonra gözlerini açıp gerçek dünyaya dönüyorsun ve kuş değilsin sadece onu seyrediyorsun. Peki sen niye bir yere ait olamıyorsun, bir ana ait olamıyorsun? Sen kuş değilsin ki, kanatların yok ki. Sen niye kalamıyorsun? Sorularla kendini boğarken, nefes almayı deneyip düşününce yalnız olduğunu ve onu sevdiğini anlıyorsun. Yalnızlık fikri sana ürkütücü gelmiyordur. Aksine sana huzur verip, nefes almanı sağlıyordur. Bir yerde okumuştum eğer insan yalnız kalınca sıkılmıyorsa kendisiyle barışıktır, sonuçta kendiyle baş başa kalıyor. Bu yüzden ki kuş olmak fikri yine cezbedici geliyor. Tek başına, bir bağın olmadan hiçbir şeyle, yalnız ve sadece uçmak fikri niye bu kadar güzel gelsin ki? Belki onlar kadar özgür değilsin ama ait de değilsin ne zamana ne bir ana ne de bir yere. Bir kuş değilsin ama bir yerde durma fikri, kalma düşüncesi niye bu kadar korkutuyor? Beceremiyorum galiba. Denemişliğim olduğunu ve sonucunun da çok başarılı olmadığını tecrübe ettim. Eğer senin üzerine dikilmemişse bir elbise en usta ellerden de çıksa ya da dünyanın en güzel kumaşlarından da olsa yine sana olmaz. Bir önemi kalmaz ne kadar ustaca ellerden çıktığının ya da çok değerli kumaşlardan olduğunun. Demek ki benim üzerime göre dikilmiş elbise değil. Ama sonra yine düşünüyorsun senin üzerine dikilse bu nasıl elbise olurdu diye. Muhtemelen ‘Albatros’ gibi olurdu.
Kuşların belki en özeli olarak bilinen kuştur ‘Albatros’. Yaşamlarını çoğunu açık denizlerde geçiren Albatros kuşları, okyanusu aşabilmek gibi inanılmaz yeteneğe sahiptirler. Durmadan, yorulmadan en uzun uçuşu yapan nadir kuşlardandır. Öyle ki uçarken uyuyabiliyorlar. Erişkinliğe erişene kadar da yalnız uçuyorlar. Ne zaman ki erişkinliğe eriyorlar o zaman çifti ile uçuyor ve tek eşi oluyor.Albatroslar çok fazla sadıklardır, eşi ölse dahi yalnızlığı tercih ediyorlar. Bu onların özgürlüklerini elinden almıyor, kısıtlama getirmiyor. Bir zamana, mekâna bağlamıyor. Ama bir çifti de oluyor. Olsa olsa Albatros olurdu sanki benim de elbisem.. Özgür, bağlayıcılığı yok, alabildiğince uçuyorsun ama bir çiftin oluyor bunları engellemeden. Uçabilmek de olay, özgürce, terörist terörist.. Sadece Ahmet Arif’in dediği gibi değil, Füruğ da “Kuş ölür, sen uçuşu hatırla..” derken, Süreya’nın “Hayat kısa, kuşlar uçuyor.” demesinde de ne kadar yanılmış olabilirler ki? Bu kadar usta şairlerin bile konu aldığı, anlam yüklediği, şiirlerinde yer verdiği kuşlar, uçmak bu hazzın ne kadar paha biçilmez olduğunu göstermiyor mu?