Pitcairn’den Satürn’e

Ormanın Karanlık Tarafı

Tehlikeli varoluşumuzu gizleyebiliriz. Fısıldayarak konuşabiliriz. Bir filmde kaybolabiliriz. Sokak olmaktansa, orman olmayı seçebiliriz.

“Uyan tatlım, geç kalacağız!” Gözlerimi açtığımda karşımda Andromeda’nın gözlerini buldum. Ormanda olmalıydık. Elini uzattı bana Andromeda: “Geç kalıyoruz, gece bitmeden sonsuz gün ışığını yakalamalıyız!”

Üzerinde yeşil bir elbise vardı. Saçlarını çiçekten bir taçla tutturmuştu. Bir haftadır üzerinde çalıştığı kolye tamamlanmıştı. “Ve bunu taşımak, ruhumun bir parçasını yanımda taşımak gibi sanki” diyordu.

Anımsadığım son şey Andromeda’nın bana kupayı uzatışıydı. Sonrasında yaşanan her şey hafızamdan silinmiş gibiydi. Ormana nasıl geldiğimizi anımsamıyordum ya da kaç saatin kayıp olduğunu. Ama bunları sorgulamadım. Andromeda’nın eli sıcaktı, heyecanını duydum. Neredeyse koşar adımlarla ormanda ilerlemeye başladık.

“Düşünsene” dedi Andromeda, “yıllar önce tekrar karşılaştık seninle. 21 yaş bir insanın zihinsel açıdan tepe noktasıdır demiştin sen. Oysa hiç dinmeyen bir çarpıntıyla doğmuştum ben. Yaşadığım hiçbir şey, bu çar-pın-tı-yı yavaşlatmıyordu. Ve çar-pın-tı kurtuluşumuz olacak demiştin, sen.”

Gözlerine baktım. Söyleyeceğim hiçbir şey, kurtulmamıza yardım etmeyecekti biliyordum. Devam etti:

“Birlikte düşmek, birlikte ölmek kadar güzel olabilir, biliyorum; lakin hiçbir amacın kalmadığında, sonsuz bir Zen dansıyla kendini öldürmek de güzeldir.”

Durduk, ağaçlardan gökyüzü görünmüyordu. Karanlığın içinde birbirini keşfeden iki ruh, kurtuluşu yeniden tanımlayabilir, lakin sevgi insan yaşamında olanaksızdır.

Tatlım, seni seviyorum lakin bunu ben bile sözcüklerle anlatamam:

“Andromeda” diyorum sadece, “7 yıl önce, Hollywood Sign’ın önünde hayatımın en anlaşılmaz olayı yaşandı. Anımsadığın her şeyi bana anlatmanı istiyorum.”

“Biliyorum tatlım” dedi Andromeda… Küçük bir çocuk gibi patikada sekerek birkaç adım attı ve şöyle dedi kendine özgü gülümsemesiyle: “Çok şey olabilirdi ama biz hiç yaşanmadık!”

“Kendime, bize en yakın galaksinin adını verdim,” demiştin.

“Evet, bir zamanlar. Çok eskiden…”

Hemen yanına gittim ve ellerini tuttum. Elleri çok soğuktu. Üşüyor olmalıydı. “Üşüyorsun” dedim.

Gözlerini hızlıca birkaç defa kırpıştırdı ve “Ağlıyorum aslında” dedi.

Hollywood’un L Harfinde Arayış’ın Gizeminin Çözülüşü (7 Yıl Önce)

Gece yarısı 3’ten sonra kraliçeyi öpmek protestodur.

Her 7 yılda çoğu hücremiz kendini yenilerken, asla aynı insan olamayız, diye düşündü. Duygularımız geçmişe aitti hep, düşlerimiz ise geleceğe. Ve kabul etmesek de: insanlar değişiyordu.

Birkaç saat süren bir otostop yolculuğunun ardından Andromeda’yla, Hollywood Sign’a ulaşmıştık. Son 3 gün karmaşık düşüncelerle geçmişti. Bir insanın bir başkasına itiraf edebileceği en derin sırları anlatmıştım ona ve her seferinde bakışları gözlerimle buluştuğunda; kozmosa olan sıkışmışlığımızı ya da travmatik bir geçmişi ya da dünyanın kapitalistler tarafından ırzına geçilmesini umursamadan tekrar keşfettiğim o gerçek, beni bu gezegene bağlayan tek şeydi ve ben ona Arayış adını vermiştim.

Saçlarını maviye boyatmıştı Andromeda. Sözcükler yeni anlamlar kazanabilir. İngilizcede “blue” zamanla rengin yanında melankoliyi ve Arayış’ı da simgelemeye başlamıştır. Mavi hissedenleri birleştiren bir şey vardı. Adını koyamadığımız bir şey!

Eski görkemini kaybetmiş L.A.’in ışıklarına bakarken, “Bizi birleştiren bir şey var” demişti Andromeda, “adını koyamadığımız bir şey.” Ve ben ellerini sımsıkı tutmuştum. Başını omzuma dayamıştı.

“Kendini öldürmenin yolları vardır” demiştim, “belki de yavaşça kendimizi öldüreceğiz biz.”

“27 yaşımı göreceğime kendimi inandıramıyorum” demişti Andromeda…

İnsan bedeninin sınırları vardı. Son 3 günde aralıksız içmiştik… İkimiz de uykusuzluğumuzun tepe noktasındaydık… Bir an için SUS-TUK ve çevremizdeki insanları izledik… Şarkı söyleyenler vardı, ilk defa sıcak aşkın zehrini duyumsayanlar içinde…

“Yaşam bir şekilde bize yardım edecek” dedi Andromeda, “bu AN bitecek; her şey gibi. Sen, ben ve bizim gibiler, tekrar savrulacağız, büyük ideallerimiz olacak belki, aşık olacağız bir insana ya da bir devrime… Votka sahip olduğun bütün hüznü bastırır içinde demiştin Enjolras…”

“Hayır,” dedim, “bunu söyleyen Jim Morrison da olabilir…”

Ayağa kalktı… L.A. Woman’ı mırıldanarak, 60’ların o çılgın danslarını andıran bir koreografiyle çevresinde döndü.

Kolyesinin üzerinde Per aspera ad astra, yazıyordu. Onu fark ettiğim anda üzerinden çıkardı ve bana uzattı:

“Bizim gibileri birleştiren bir şey olmalı” dedi hüzünle karışık umutla… Kolyeyi sımsıkı tuttum.

“Onu hiç unutmayacağız” dedim, “belki düşeceğiz, defalarca ve her seferinde tekrar tutacağız birbirimizin elinden. Tekrar kalkacağız, yeniden doğmak için.”

Işığı, şehri ve Arayış’ı gördüm.

Sonra dengesini kaybederek yere düştü. Onu tuttum.

“Düşmekten değil, tekrar kalkamamaktan korkuyorum Enjolras” dedi.

“Birlikte düşmek, birlikte yükselmek kadar güzeldir bazen” diye karşılık verdim.

Ve sımsıkı sarıldım ona.

Gerçekten seni anlayan birine kendini anlatmak, karmaşık bir günün sonunda eve dönüştür. Ve her düştüğünde hiç korkmadan elini uzatmak…

“Hüzünlü bir şarkıyı al ve daha güzel bir şeye dönüştür!”

enjolras

17.07.2020

The following two tabs change content below.

enjolras

Per aspera ad astra l adastraa.net

Email adresiniz paylaşılmayacak