“YAŞAM YALNIZCA BİR ÜRPERTİ…”

1922-1975 yılları arasında yaşamış olan şair, yazar, yönetmen gibi birçok sıfatın hakkını vermiş olan bir insan. Neslinin tanınmış isimlerinden bir usta; Pier Paolo Pasolini.

“Sana parlamamayı öğretecekler. Sense parlayacaksın.’’

Bu ve bunun gibi bir dolu iddialı cümle kurdu hayatı boyunca. Sınırlarda dolaştıran filmlere imza attı.

Şiirler, romanlar, tiyatro metinleri, denemeler ve sinematografik yazılar…

Zamanında onun yaptığı filmleri eleştirip yerin dibine gömme çabasına girenler; insanın ne kadar iğrenç bir yaratık haline gelebileceğini düşünmeyen, dahası belki de kendileri çok daha fazlasını yapabilecekken, böylesine ortaya serildiklerini düşündükleri için hırçınlaşan kişilerdi.

Decameron, Canterbury Tales, Arabian Nights, Teorema, Mamma Roma.

Tüm bu filmler, tutkulu ama trajik bir yaşamın çelişkilerini ve karmaşıklığını yansıtıyor.

“Sadece ölüm anında hayatımız anlam kazanır. Bu noktaya kadar anlaşılmaz, belirsiz, askıya alınmış bir şeydir.”

1967 röportajında Pier Paolo Pasolini bu sözleri söylüyor. O, içinde var olan uyumsuzluklarını reddetmeyip onlarla kucaklaşmayı seçmişti. Sinema dünyasına girmeden önce bir şair, romancı, gazeteci, ressam, oyun yazarı, aktör ve İtalyan siyaset ve kültüründe en muhalif seslerden biriydi

Sonrası uçlarda gezen yapımlara atılan imza ve sevilip sevilmemenin umursamazlığında gezen bir insan…

Son filmi 120 Days of Sodom, Marquis de Sade’in eserinin acımasız bir uyarlamasıydı. Öldürülmesinden sadece iki hafta önce gösterime girmiş ve müstehcenlik suçlamasıyla hemen geri çekilmişti.

Ölümüne yol almanın belirsiz, tarifsiz bir önsezisi gibi.  Çünkü Pasolini’nin filmlerindeki figürlerin çoğu Ölüm’e karşı yaşar ve sonunda ona yenik düşerdi. Accattone ölmüştü, Ettore ölmüştü, Stracci ölmüştü, Julian domuzlar tarafından yenerek ölmüştü ve elbette İsa da ölmüştü.

          “Sinema hayatla özdeştir, çünkü her birimizin doğduğumuz andan öldüğümüz ana kadar bizi takip eden sanal ve görünmez bir kamerası vardır. Gerçekte sinema sonsuz bir film dizisi çekimidir. Her bir film, bu sonsuz sekans çekimini kesintiye uğratır ve yeniden düzenler ve böylece, öldüğümüzde bize olan şey olan bir anlam yaratır. Yaşamımızın, o noktaya kadar deşifre edilemez, belirsiz, askıya alınmış olması ancak ölüm anımızda bir anlam kazanır. Dolayısıyla montaj, sinemada ölümün yaşamda oynadığı rolün aynısını oynar.”

Onun sineması, sığ bakış açısıyla, sadece kışkırtıcı ya da sapkın bir bakış açısından ibaret değildi. Sinema ile Yaşam, Sanat ile Gerçeklik arasında tam bir çakışmaydı onun yaptığı.

Bugün birçok insan bu filmi hala dayanılmaz bulur ve izlemekten kaçınır. Ama bu konudaki fikrimi yukarıda yazdım zaten. Yaşadığımız dünya çok mu temiz, çok mu harika?…

Pasoli’nin yaptığı, ağır gerçekleri göz önüne sermekti sadece. Bu da zaten hayatının son noktasına daha hızlı varmasına neden oldu birçok görüşe göre…

Eşcinsellik, kürtaj, boşanma ve Nazi-Faşizm trajedisi gibi zor konularla mücadelede etkin bir isimdi.

Cinsel tercihi nedeniyle İtalyan Komünist Partisinden ihraç edildi, estetik idealleri nedeniyle sanatsal topluluk tarafından sık sık dışlandı.

Pasolini, 1 Kasım 1975 gecesi vahşice öldürüldü ve ertesi sabah sabah 06.30 civarında bir kadın tarafından bulundu. Ölümüne yönelik soruşturmalar, bir sopayla acımasızca dövüldüğünü ve Roma’nın hemen dışındaki ünlü bir sahil beldesi olan Ostia yakınlarında görüldüğünü anlatıyordu.

Cinayeti, on yedi yaşında bir erkek fahişe olan Pino Pelosi’ye atfedildi. Mayıs 2005’te, İtalyan yönetmen Roberta Torre ile bir röportaj yapan Pelosi, beklenmedik bir şekilde Pasolini’nin gerçek katili olmadığını ve tüm bu yıllar boyunca sessiz kaldığını söyledi.

Röportaj sırasında Pelosi, katillerin ikinci bir araçta, bir FIAT’da göründüğünü, Pasolini ve Pelosi’yi sahile kadar takip ettiklerini, katillerin harekete geçmeye orada karar verdiklerini iddia etmişti. Yazar soğukkanlılıkla öldürülmüş, failler defalarca “kirli komünist” diye bağırmıştı.

Genç Pelosi olaya sadece dehşet içinde şahit olmuştu.

İlerleyen yıllarda dava, gelişen DNA araştırma teknolojisiyle yeni bir ivme kazandı. Saklanan DNA ne sanatçının ne de sözde katil Pino Pelosi’ninkine karşılık gelmedi.

İleri aşamada yapılan bilimsel araştırma, Pasolini’nin vücudunda 5 bilinmeyen DNA türünün varlığını göstermişti.

Ne yazık ki DNA’ların kimlere ait olduğu tespit edilemedi. Emin olunan bir şey vardı ki, Pasolini ve Pino, o akşam, o sahilde yalnız değillerdi…

The following two tabs change content below.

sephrenia

Yazarlık mesleğim, aynı zamanda tüm olumsuzluklardan en anlamlı kaçışım. Seslendirme, bir teklifle yıllar önce başladığım ve bir huzur adası olmaya çalıştığım tatlı uğraşım.

Email adresiniz paylaşılmayacak