Feyruz ve Hüzün
Ne zaman Feyruz dinlesem aklıma eski sevgilim gelir. Antakyalıydı kendisi. O zamanlar ilk üniversitemi okuyorum, heyecanlıyım tabii. Seval ile Teoman konserinde denk gelmiştik ve arkadaşlığımız ilerlemişti ve sevgili olmuştuk. Neyse. Adana’da aile evinde kalıyordum üniversiteye başlamadan önce, Antep’e geçince özgürlüğüme kavuşmuştum, daha doğrusu Seval’e. Haftanın neredeyse her günü Antep’ten Hatay’a gidiyordum onu görmeye. Kendisi aile evinde yaşıyor ve ek olarak çalışıyordu. Evden 8’de çıkıyordu ve benim onu görmem için en geç 8’de Hatay’da olmam gerekiyordu. Olmalıydım, çünkü gün boyunca beraber zaman geçirmemizin tek yolu buydu. Her neyse. Haftanın neredeyse her günü akşam otogara gidiyor ve otobüsün saatini ayarlamaya çalışıyordum. Eğer gece 12 ya da 2’deki otobüse binersem saat 3’te ya da 5’te Antakya’da oluyordum. Eğer şanslıysam 2’deki araca biniyordum, çünkü daha az dışarda bekliyordum. Yanlış duymadınız. Gece varıyordum ve ondan başka gidecek kimsem olmadığı için dışarda bekliyordum, şanslıysam boş bir otobüs durağı buluyor ve onu bekliyordum. Havanın ne kadar soğuk olduğunun önemi yoktu, onu düşünürken içim ısınıyordu. Haftanın neredeyse her günü, saatlerce onu duraklarda bekledim. Onu ilk gördüğümde ise içim ısınıyor, tüm yorgunluğum gidiyordu. Bana bir “yeruhe” dediğinde ruhum çekiliyor, içim ısınıyor, dünyanın en mutlu insanı oluyordum. Sonra ne mi oldu? Her güzel şey gibi bizim de ilişkimizin sonu geldi. Galiba arkadaşım haklıydı. Bana her zaman “Bedirhan sen acı çekmeyi seviyorsun” derdi. Feyruz dinleyince aklıma yine o geldi ve içim burkuldu. Galiba ben sahiden de acı çekmeyi seviyorum.
Devamı gelecek.