GOTİK EDEBİYATIN ÇEKİCİ KARANLIĞI,

EDGAR ALLAN POE’NUN GOTİK VEDASI

Got ve Gotik kelimeleri, Orta Çağ’da Avrupa’yı kasıp kavuran Germen kabilelerini (Gotlar, Vizigotlar, Ostrogotlar) tanımlar. İngiltere’de on sekizinci yüzyıla gelindiğinde Gotik terimi, batıl inançlı, barbar ve aydınlanmamış olarak algılanan Orta Çağ dönemiyle eş anlamlı hale geldi

Ardından ölüme ve doğaüstü olana hayranlık duyan bir edebiyat türüne dönüştü.

Korku ve bilinmeyen anlatılmaya başlanmıştı. 18. yüzyılın bilimsel ve endüstriyel devrimleri, bu kurgularda yerini buluyor ve beraberinde bilimsel teoriler ve akıl yürütme tarzları ortaya çıkarıyordu.

Halkın korkuya ve hastalıklara merakı Viktorya döneminde artmıştı. Anlatılar; gizem, suç masalları ölüm ve canavarla iç içe geçti.

Bu dönemde toplumun korku ve endişeleri daha da keşfedildi.

Edebiyatta “Gotik” sözcüğü ilk, Horace Walpole’un 1765 tarihli öyküsünün alt başlığındaydı.

Otranto Kalesi: Gotik Bir Hikâye.

Hikâyedeki doğaüstü unsurlar, Avrupa’da ortaya çıkan yepyeni bir tür başlattı.

Sir Walter Scott ( The Tapestried Chamber, 1829) gibi Romantik yazarlar Gotik gelenekleri benimsedikten sonra, ardından gelen Robert Louis Stevenson (The Strange Case of Dr. Jekyll ve Mr. Hyde,1886) ve Bram Stoker (Dracula, 1897) hikâyelerine Gotik motifleri dâhil ettiler.

Mary Shelley’den Frankenstein (1818), Nathaniel Hawthorne’dan The House of the Seven Gables (1851), Charlotte Bronte’den Jane Eyre  (1847) Victor Hugo’dan Notre Dame de Paris (1831) gibi birçok eser Gotik unsurlarla bezendi.

Amerika’dan Edgar Allen Poe ise, 1800’lerin ortalarında bu türü ele geçirdi ve hiç kimsenin elde edemediği bir başarı gösterdi.

Gotik edebiyatta Poe’nun eserleri, psikolojik travmayı, insanın kötülüklerini ve akıl hastalığını keşfetmek için bir yer buldu. Herhangi bir modern zombi hikâyesi, dedektif hikâyesi veya Stephen King romanı dahi bu anlamda Poe’ya borçludur. (Yazının ilerleyen kısmında onun hâlâ gizemini koruyan ölümünden de söz etme ihtiyacı duydum. Benim için yeri her zaman ayrı olan bu değerli ismin, yazdığı gizemli öyküleri aratmayan bilinmezliklerle dolu, dünyadan ayrılış öyküsü… Bu yazıya yakışacağına eminim.)

Geçmişten ya da günümüzden her hayaletli ya da vampirli eser gotik edebiyat için de sayılabilir mi peki? Elbette sayılamaz. Belli unsurları vardı çünkü bu türün.

Masum insanların değişime uğraması bunlardan biriydi. (Drakula örneği)

Anlatılan genellikle tek bir yere odaklanırdı. Ve burada, orada yaşayanlara zarar vermeye çalışan kötü yaratıklar olurdu.

Romantik türden doğan Gotik türde elbette romantik unsurlar da olurdu. (Uğultulu Tepeler örneği)

İçinde bulunulan mekânların üzücü ya da korkutucu bir tarihi olur ve buradan yola çıkan öyküler oluşurdu.

Çürüyen mekânlar, çürüyen insanlar.

Özellikle insani yok oluşlara, çürümelere dair birçok örnek bu türde yerini aldı.

Gotik Edebiyat, gerçek insanların gerçek olmayan durumlarda nasıl tepki vereceğiyle ilgilendi. Şimşek çakmaları ve gök gürültüsüyle beraber sağanak yağışlar genellikle bir karakterin görünümünü veya önemli bir olayın başlangıcını önceden şekillendiriyordu.

Ayrıca ölü kadınların bedenleri de sıklıkla yerini buldu bu türde. Edgar Allan Poe’nun, güzel bir kadının ölümünün “dünyadaki en şiirsel konu” olduğunu söylemesi gibi. (Yine Poe…) Hikâyelerinin neredeyse her birinde, karakterlerden biri öldü ya da yas tutuldu.

Darwin’in evrim teorisinden etkilenilmesi sonucu, insanların üstünlüğünü inkâr eden, kâbus gibi farklı bir ırk türü, çok geç Gotik romanında yer aldı.

Gotik Edebiyat, günlük hayattaki tüm gerçekliğin yerine biçimsel bir gerçeklik koyarak farklı bir bakış sergiledi.

Ve gelelim Karanlıklar Prensi Edgar Allan Poe’ya…

Geçmişte, uzak geçmişte yaşamış birinin biyografisi ne derece sağlıklı yazılabilir, kendi elinden çıkmadıysa.

Bu, Poe için de geçerli. Onun belki bir dost meclisinde kurduğu birkaç cümle, keskin bir şekilde yer aldı biyografilerde. Tıpkı sarhoş bulunduğu söylenen hali gibi.

Poe, 3 Ekim 1849’da Baltimore’da sokakta bulunduğunda sarhoş muydu gerçekten?

Poe’yu hastaneye at arabası ile gönderen Dr. J. Evans Snodgrass, 1856 ve 1867’de Poe’nun gerçekten sarhoş olduğunu söyledi.

Ancak Poe’nun hayatının son günlerinde doktoru olan Dr. John J. Moran, 1875 ve 1885’te ısrarla, Poe’nun vücudunda alkol izi olmadığını ve muhtemelen haydutlar tarafından dövüldüğünü belirtti.

Poe’nun cenazesine gelince, hem 8 hem de 9 Ekim kaydedildi. Gömüldüğünde Poe’nun mezarının üzerine mezar taşı konulmadığı için, bazı kaynaklar büyükbabasının sağında, diğerleri solunda olduğunu iddia etti.

Poe, bu gerçek ve fantezi karmaşasını, RW Griswold’a, The Poets and Poetry of America (1842) için verdiği kendi kısa otobiyografik notunda başlattı. Sayısız yanlışlık arasında, Poe’nun 1828’de özgürlük mücadelesinde Yunanlılara katıldığı masalı da var.

Poe’nun ölümünden önceki gece defalarca “Reynolds” adını verdiği söylenir ancak kimi kastettiği belirsizdir. Bazı kaynaklar Poe’nun son sözlerinin “Tanrım zavallı ruhuma yardım et” olduğunu söylüyor. İşte bu da belirsiz. Ölüm belgesi de dâhil olmak üzere tüm tıbbi kayıtlar kayboldu.

Edgar Allan Poe’nun gömüldüğü gün, New York Tribune’de “Ludwig” imzalı uzun bir ölüm ilanı çıktı, ülke çapında yayımlandı:

“Edgar Allan Poe öldü. Dünden önceki gün Baltimore’da öldü. Bu açıklama birçok kişiyi ürkütecek, ancak çok azı buna üzülecek.”

“Ludwig” kısa bir süre sonra, 1842’den beri Poe’ya kin besleyen bir editör, eleştirmen ve antolog olan Rufus Wilmot Griswold olarak tanımlandı. Griswold bir şekilde Poe’nun edebi vasisi oldu ve ölümünden sonra düşmanının itibarını yok etmeye çalıştı.

Rufus Griswold, Poe’nun 1850 tarihli bir derlemesine dâhil ettiği “Yazarın Anısı” adlı biyografik bir makalesini yazdı. Griswold, Poe’yu ahlaksız, sarhoş, uyuşturucu bağımlısı bir deli olarak tasvir etti ve Poe’nun mektuplarını kanıt olarak ekledi.

İddialarının çoğu ya yalan ya da çarpıtılmış yarı gerçeklerdi. Örneğin, Poe’nun uyuşturucu bağımlısı olmadığı artık biliniyor. Griswold’un kitabı Poe’yu iyi tanıyanlar tarafından kınandı ancak popüler bir kitap haline geldi.

Bu kısmen, mevcut tek tam biyografi olması ve geniş çapta yeniden basılması ve kısmen de okuyucuların “kötü” bir adamın eserlerini okuma fikrinden heyecan duyması nedeniyle meydana geldi. Griswold’un kanıt olarak sunduğu mektupların sahte olduğu da ortaya çıktı.

Gotik Edebiyat dendiğinde ilk akla gelen Karanlıklar Prensinden, edebiyatın parıldayan kuyusundan gelsin son söz:

“Tam uykuya dalmak üzere olduğunuz o anı düşünün. Henüz tam dalmadan, yarı uyanık olduğunuz o en son an. Uykuya teslim olmadan, o son çizgide, tuhaf düşler görürsünüz. Ama o sırada uyursanız, bu düşlerin tümünü unutursunuz. İşte ben, o son çizgiden geçip, uyanıyor ve orada gördüğüm garip düşleri yakalıyorum. Benim yazdıklarımın bir kısmı da bu düşlerdir zaten!”

The following two tabs change content below.

sephrenia

Yazarlık mesleğim, aynı zamanda tüm olumsuzluklardan en anlamlı kaçışım. Seslendirme, bir teklifle yıllar önce başladığım ve bir huzur adası olmaya çalıştığım tatlı uğraşım.

Email adresiniz paylaşılmayacak