S.

18Yaz’17

Çok eski bir yerden geliyorum.

Uyandığımda hava kapalıydı. Tam kalkıp kahve suyumu koyarken yağmur yağmaya başlamıştı ve ilk aklıma gelen şey yazın ortasında Kızılay’ın ara sokaklarında çok sevdiğim bir bara arkadaşlarımın yanına giderken yakalandığım sağanak yağmurdu. Tam da kapının önündeydim ama içeri girmektense biraz daha yürümeyi tercih ettim. Yazın ortasında Ankara’da yağmur yağması belki de başıma gelebilecek nadir güzelliklerden biriydi ve bunu nasıl kaçırabilirdim ki? Çok sevdiğim ama hiç daha iyi tanıma fırsatım olmayan o şehrin arnavut kaldırımlı sokaklarında kaybolurken birden kendimi eski bir sahafın karşısında dururken bulmuştum. Küçüklüğümden beri her yıl en az birkaç kere okuduğum ve bana her defasında yaşadığım büyülü denebilecek kadar güzel anıları hatırlatan kitabın ilk baskısı duruyordu vitrinde. Gözümü ondan alamıyordum. İçeri girdim ve beni hemen mekânın sahibi yaşlı ve güler yüzlü amca ile eşi karşıladı. Karı koca bir yandan çalışıyor bir yandan da ellerinde kitaplar, kahvelerini yudumluyorlardı. “Merhaba, rahatsız olmayın lütfen.” diye gülümseyip rafların arasında kayboldum. Sesleri geliyordu kulaklarıma. Okudukları bir kitap hakkında tatlı bir tartışma devam ediyordu aralarında. Sanırım ben içeri girmeden önce de birbirlerine aslında kimin düşündüğünün daha doğru olduğunu ispat etmeye çalışıyorlardı.

O an, kendini elime adını daha önce hiç duymadığım yerli bir yazarın kitabını almış, sayfalarını karıştırırken bulmuştum. Arasından bir kağıt düşecek gibiydi, çekip okumaya başladım. Kâğıdın üzerinde, “Sen şimdi bu kitabı eline aldın ya, bil ki hayatın artık eskisi gibi olmayacak. Beni, belki de ömrümün en zor anlarından kurtaran sayfaları arasında kaybolunca anlayacaksın ne demek istediğimi. Gitmek istediğin bir yer var, henüz bilmiyorsun ama çok istiyorsun. Şimdi kitabı al ve çıkıp biraz daha yürü, sola doğru. Kitabın 53. sayfasını oku, kendini olman gereken yerde bulacaksın.” yazıyordu. Şaşırıp kalmıştım. Öylece ne kadar durduğumu bilmiyorum ama sahafın, yanakları hala pembe olan ve gözlerinin içi gülen sahibesinin yanıma gelip “İyi misin?” diye sormasıyla gözlerimi kırpıp kendime gelince yeterince uzun bir süre olduğunu anlamıştım. Gülümsedim, onlarla oturmamı teklif ettiler. Çok sevinmiştim bu teklife, konuşabileceğimiz şeyleri düşününce. Ama bir yandan da bir an önce çıkıp yürümeyi ve tekrar sokaklarda kaybolup, aslında olmak istediğim ama bilmediğim o yerde olmayı istiyordum. Teşekkür ettim ve kitabı alıp çıktım. Vitrinde görüp hayranlıkla baktığım kitap ise tamamen aklımdan çıkmıştı. Oraya tekrar döneceğimi biliyordum, tabii bulabilirsem. Bulacağımı biliyordum.

Çıktım ve köşeyi dönüp yürümeye başladım. Sola doğru. Söylediği sayfayı açtım, sanki beni doğduğumdan itibaren izleyip, hayatımı yazan biri varmış gibi okuyordum yazılanları. Okurken yürüyordum, etrafımdaki insanlara aldırış etmeden. Arada sırada ana caddeye geçip oradan da diğer ara sokaklara girdiğimi fark etmiyordum bile. Yağmur dineli belki de yarım saat olmuş, sıcaklık alnımdaki yağmur damlalarına teri de ekliyordu. İleride bir gökkuşağını hayal meyal seçebiliyordum. Ne kadar yürüdüm öylece, bilmiyorum. On altı sayfa okumuştum ve aniden durdum. Sayfanın sonunda “Dur!” yazıyordu çünkü. Yanımdan geçenlerin bana kızdıklarını duyuyordum, hiç umursamıyordum. Etrafıma bakındım ve işte o zaman fark ettim; duvarda, arkadaşlarımın bana, ben küçükken taktığı, ismimin kısaltmasıyla karışık o takma ismin grafitisi vardı. O koca şehirde, hatta belki dünyada başka kimseye böyle seslenilemezdi. O benim ismimdi. Böyle bir şey nasıl mümkün olabilirdi? Benden başka biri alsaydı kitabı, o da mı buraya gelecekti? Yoksa herkese farklı mı hissettirecekti? Hepsi meçhuldü.

Tunalı’daydım. Ankara Lisesi’nin hemen bir arkasındaki sokakta. Yıllar önce, henüz üniversiteli genç bir kızken, Ankaralı bir sevgilim vardı. O takma adımın, bütün arkadaşlarım arasında yayılmasına önayak olan oydu. Ankara Lisesi’nde okumuştu. Yoksa? Yok canım! Ama başka kim… Başka kimse olamazdı. Ayrıldıktan sonra uzun bir süre arkadaş kalmış ve görüşmüştük ama son birkaç yılda bir kere bile birbirimizi aramamıştık. Evleri, olduğum yere çok uzak sayılmazdı. Gittim. O zamanlar “Büyünce çok güzel bir kız olacak, yandın sen.” diye dalga geçtiğim kardeşi açmıştı kapıyı. Gerçekten de, açılıp saçılmış ve çok güzel bir kadın olmuştu. Beni içeri davet etti. Girsem mi bilemiyordum ama oradaydım bir kere. Heyecandan mı yoksa belirsizlikten mi olduğunu anlamlandıramadığım bir sıcaklık yayıldı bütün vücuduma. Girdim. Sesimi duymuş olacak ki odasından çıkıp geldi. Susup bakıştık öylece. Hareketsizce. Sonra oturup saatlerce konuştuk. O değildi, hiç öğrenemedim. Ama hayatım, ben henüz fark etmesem de gerçekten değişmeye başlamıştı bile.

Çok eski bir yerden dönüyorum.

The following two tabs change content below.

Latest posts by sofielmina (see all)

Email adresiniz paylaşılmayacak