Don’t Cry, ölümün eşiği ve mecbur bırakılmış bir yaşam öyküsü
Yoğun nikotin, anti-depresan ve kafein kullanımından titreyen elleriyle son sigarasını sardı, hemen başucunda duran Zippo’suyla ateşe verdi İngiliz tütününü. Son kez odasına, kitaplığına, pencereden dışarıya ve tavana baktı. Tavanda asılı duran ip onun son gördüğü şey olacaktı muhtemelen. Sigarasından alacağı son nefesiyle tavanda asılı ipi boynuna geçirdiğinde vereceği son nefes benzerlik gösterecekti. Tıpkı sigara gibi yanmış, kül olmuş ve yitip gitmiş olacaktı. İstemeden doğan, istemeden yaşayan, istemeden var olan, istemeden yalnız kalan birisiydi. Bu yaşamı hiç istememiş, ailesine nefret kusuyordu. Gecenin ilerleyen saatlerine aldırmadan son ses dinlediği Don’t Cry onun son duyduğu ses olacaktı. Hoş uzun zamandır pek bir ses duyduğu da söylenemezdi. Bir yerde okumuştu insan can çekişirken gözünün önünden tüm yaşanmışlıkları geçermiş. Henüz ipi boynuna geçirmeden tüm yaşanmışlıkları geldi gözünün önüne. Yavaştan sigarası bitiyordu, belki de hiç bitmesin istiyordu sigarası. Belki ölümü o kadar istemiyordu lakin kendini buna mecbur hissediyordu. Mecbur bırakılmıştı sanki.
Devamı haftaya…