Kinyas ve Kayra – Hakan Günday

 

– Uyuyan bir katille uyuyan bir azizin farkı yoktur

– Yalan ancak ayrıntılarla gerçek olur,birini kandırmanın en iyi yolu ayrıntılardır.

– Tek spor sekstir. Herkes kazanır. Hepsi bu…

– Ben dünyayı dinleyen 75 kiloluk bir steteskobum.

– Ne kadar yalnızsan o kadar uzağa gidersin, ne kadar terkedersen o kadar ölürsün.

– Ölümü anlayabilmekteyim. Gerçektende anlıyorum. Onunla dans ediyorum. Kokusunu ezberliyor, belini okşuyorum. Dudaklarına dudaklarımı değdiriyorum.

– Terk ettiklerimi dikiz aynalarında aramak artık acıtmıyordu beni…

– Dönüp bakıyordum geçmişime. Sadece iki renk hatırlıyordum. Kırmızı ve siyah.

– Dünya bir karambol ve kimseye çarpmadan yürümeye çalışmaktansa kollarımı daha da açarak herkesi devirmeyi tercih ediyorum.

– Sorarlarsa “ne iş yaptın bu dünyada?” diye, rahatça verebilirim yanıtını: Yalnız kaldım. Kalabildim! Altı milyarın arasına doğdum. Ve hiçbirine çarpmadan geçtim aralarından….

– Bir fahişe ile bir rahibenin, bir cani ile bir polisin yan yana yattığı mezarlıklar bana, hayattaki tek gerçek, tek yalansız manzara olarak görünürdü. Ama hoşuma gitmeyen şeyler, içinde yine karşıma çıkan o insani kurnazlığı, ikiyüzlülüğü barındıran mezar taşı yazıları, dini sembollerdi. Yine devreye insanın yarattığı o tiyatro sahnesinin plastik dekorları giriyor ve ölümü dahi kendi çıkarına göre biçimlendiriyordu.

– “Kurtuluş” dedim. ‘Ankara’da bir mahalle.’ Fazlası değil. Belki bir de Bob Marley’in en iyi şarkısı. Daha fazla düşünmeye gerek yok. Adı her yerde. Kendisi yok. Kurtulmaya gelmiyoruz dünyaya. Daha da saplanmak için buradayız. Dibine kadar.

– Her uykusuzun kendine ait teorilerle dolu bir evreni vardır. İçinde hiçbir misafir bulundurmayan bir evren! Yaşarken ölmeyi, ölerek yaşamayı sadece uykusuzlar bilir. Gözlerinin altında biriken her küçük torba gördükleri hayallerle doludur.

– Beni yüzüstü gömün. Çünkü yeterince gördüm!

– Hayattaki en huzur verici şey önemsiz projeler yapmaktı. Çünkü işlerin önemi artınca verdikleri acı da artıyordu.

– Eğer sıtmadan ölseydim çok üzülürdüm. Beni boktan bir mikrop öldürmemeliydi. Çıplak gözle görülebilmeliydi beni ölüme ölüme sürükleyecek katilim.

– İnsanların birbirlerine aşıkken gündelik hayatlarına devam etmelerini anlayamıyordum. Böylesi bir hareket bana ihanet gibi geliyordu. Kötü sahnelenmiş bir piyes gibi! Sanki bir insana değil de, bir koltuğa aşık olunuyormuş gibi! Ben gece gündüz hissettiklerimi, kızı, birlikte neler yapabileceğimizi, ona neler anlatabileceğimi düşünürdüm.

– Robinson’un bile yanına Cuma’yı veren dünya, üzerinde yaşayan bütün insanları tanıştırma gibi hastalıklı bir saplantıya sahipken uzak kalmamız çok zor olacak gündüzün ve gecenin seslerinden.

– Hayatı yok etmenin zamanı asla gelmez, çünkü bir saat sonra yaşayacaklarını bilemeyecek kadar insansındır.

– Dünyanın en eski mesleği fahişelikse, dünyanın en eski hayal kırıklığı da aşktı…

– İnsan her acıya kolayca alışabildiği ve bir süre sonra varlığını bile unuttuğu için, yokluğunun da farkına varamıyor.

-Kim kimi kurtarabilmişti şimdiye kadar? Beni kim kurtaracaktı? “Kurtuluş” dedim “Ankara’da bir mahalle.” fazlası değil. Belki bir de Bob Marley’in en iyi şarkısı. Daha fazla düşünmeye gerek yok. Adı her yerde, kendisi yok. Kurtulmaya gelmiyoruz bu dünyaya, daha da saplanmak için buradayız. Dibine kadar. Onun için çürüyor bedenlerimiz ölünce..

-Birkaç kez tuvalin başına oturdum. Aldım elime fırçaları. Sonra baktım tuvale. “Ulan” dedim. “En iyi resim bu işte!” Pürüzsüz, hatasız. Daha iyisini yarılsam yapamam. Attım bir imza sağ alt köşesine. Tarih de koydum yanına amatörler gibi.

 -Ve Kayra içinde keşfettiği bu yetenekle kendini, sihirbazın numaralarının gerçek yüzlerini bilen ve eğlenemeyen bir çocuk gibi hissediyor. Onu güldürmeye çalışan palyaçonun makyajının altındaki acıları fark edebildiğinden gülemeyen bir çocuğa benziyor… Hayatın kulislerinde gezdiği için sahneden nefret eden biri gibi. Uzaktan bakabilmek olup bitenlere, onu yaşayan değil, var olan değil, gören ve iğrenen hale getiriyor. Belli bir süre sonra iğrenmenin yerini duygusuzluk ve kayıtsızlık alıyor. Dünya üzerinde oynanan gündelik hayat oyununun kurallarını, onlara uymayacak kadar iyi tanıyor. Kadınları öperken gözlerini kapatmıyor. Bir usturayla kolunun üzerine yazı yazarken acı duymuyor, çünkü o anlarda kendini başkasının vücudundaymış gibi seyretmekle meşgul oluyor. Var olan her şeye uzaktan bakabildiği için hiçbirinin sihrine kapılamıyor. Ve gözleri gördüğü için hayatın arkasını, dünyanın o kadar da iyi tasarlanmış bir yer olmadığını biliyor.

 

Email adresiniz paylaşılmayacak