Simülasyon ve Cyber-W üzerine

B.Gökay Küpeli ya da NeoBeat’te bilinen adıyla Hack_Tor, HOLY!

beatkusagi.com olarak Neo-Beat, CyberW, Simülasyon düşüncesi ve teknoloji üzerine kapsamlı bir söyleşi gerçekleştirdik. Girişi fazla uzatmak anlamsızdır.

Öncelikle hangi isimle hitap etmeliyiz?

Bu soruyu yıllarca bende kendime sordum. Ben kimim? Kendime nasıl hitap etmeliyim? Ama asla bir sonuç bulamadım. Son dönemde yakın çevrem bana HOLY! Diye hitap ediyor. Ama işi biraz resmiyete dökmek gerekirse B.Gökay demekte fayda var.

Peki kısaca bahsetmek gerekirse B.Gökay kimdir? Son dönemde neler yapıyor?

Hata. Sadece bir hata diyebiliriz, kendim ve diğer her şey hakkında. Ama biraz anlatacak olursam, ilk defa evden kaçıp yola çıktığımda 13 yaşındayım. İlk kampım ve başka bir şehir dışında 1 haftadan uzun süre yaşayışım da 15 yaşında gerçekleşmişti. Daha ilkokul 2. sınıfta evime gelen bilgisayar sayesinde internetle tanıştım. 4. sınıf gibi bilgisayarda format gibi teknik detaylara başladım ve ortaokulda artık donanım bilgisini aşmıştım. Kendi bilgisayarımı ve arkadaşlarımın bilgisayarını tamir ediyordum. Online oyunlardaki açıklar ve hileler sayesinde oyun paraları kazanıyor, bunları Real Life’ta satıyor ve güzel para kazanıyordum. Ortaokul zamanında Facebook’la çok haşır neşir olmaya başladım ve çeşitli Mizah sayfaları açtım, tabi ülkenin o durumda ki mizahı ortada. Herkes yapabiliyordu, ben de yaptım ve oradaki sayfaları çeşitli hilelerle takipçi sayılarını arttırıp sattım. Sonra ilk defa birkaç MSN hesabı üzerinden çakallık yaptığımı hatırlıyorum. Sonrasında lisede bilgisayar bölümü okudum. Bu süreç öncesinde sık sık sözlük ve forum sayfalarında günlerimi geçirdiğimi hatırlıyorum. Hatta bir sözlüğün Bursa’da yapılan ilk zirvesine katılmıştım, yaşım çok küçük olmasına rağmen insanlarla sözlük kültürünü bir hayli güzel tartışabiliyordum.

Sonrasında internetin biraz daha karanlık yüzüyle tanışmaya başladım. Bu sırada felsefe ve edebiyatla ilgileniyordum. Bilgisayarda çok sık vakit geçirdiğim için, filmleri burada takip ediyordum çünkü AVM sineması çok pahalıydı. Çeşitli derslere ve etkinliklere katılım sağlamıştım. RMS’nin Ankara’da GNU durumu ve tarihçesi hakkında yaptığı biraz da sanal özgürlüğe değindiği etkinlik biraz bakış açımı değiştirmeye başlamıştı. Sonrasında sadece internette kalmayıp reel platformlarda aktivistlik yapmaya başlamıştım.

2013 Haziran’da Bursa’daydım. Son dönemde İstanbul’da yaşıyordum, ondan sonra Tekirdağ’a geçtim. Tekirdağ benim için çok büyük ve zorlu bir süreç oldu. Beat felsefesini benimsemiş birisi, bir şehri ne kadar karıştırabilirdi; bu gün yüzüne çıktı birazda… Tekirdağ’daki Neobeat felsefesini benimsemiş yoldaşlarıma özellikle Jasmor’a çok teşekkür ederim. Beni asla yalnız bırakmadılar, uzun bir hastalık süreci yaşadım. Bırakın evden çıkmayı, aynada kendime bile bakamıyordum. Oradaki yoldaşlarım bu süreçte bana çok yardımcı oldular, bu söyleyişi biraz da onlara adayabilirim. Sonra Bursa’ya döndüm, ve burada uzun bir tedavi süreci başladı. Ayrıca bir kitap bitirdim ve yenisini bitirdim.

Siber Kırılma hakkında bir kitap çıkardınız. Bu kitabı ve yeni kitapları bize anlatabilir misiniz?

Siber kırılma çok zorlu ve hatalar dolu bir kitaptı. Teknoloji üzerine olan bir kitapta hataların olmaması mantıksız zaten. Ama biz eleştirilere küsecek, darılacak insanlar değiliz, hiçbirimiz de öyle olmadık bu daima bizi güçlendirir. Siber Kırılma genel olarak bir CyberW ürünü olarak tasarlanmıştı, ama son süreç öyle ilerleyemedi. 6.45 Yayın’dan çıkan bu kitap Hack Tarihini, birkaç hack taktiği, ve birkaç yazıyı barındırıyor. Neo-Beat felsefesini benimsemiş çoğu arkadaşla en çok yaşadığım tartışmalardan biri de Elon Musk hakkındaydı. Amatörce ve kısa sürede oluşturulan bu kitapta, birkaç kaynak sıkıntısı göz ardı edilmişti. Ama kitaba ve internetin yaramaz çocuğu Swartz’a atıfta bulunacak olursak ; Bilgi güçtür.

Diğer kitaplara da gelirsek, biri Tekirdağ ve Tekirdağ’daki Neobeat ruhu hakkında diyebiliriz genel olarak. Kahve kültürü üzerine bir kitap. Bu kitap için aylarca barista, barmen ve garson olarak çalıştım. Sürekli farklı mekanlar değiştirdim ama sonra birine aylarca bağlı kaldım. Bu kitap için 2 tane ayrı Barista eğitimi ve lisansı aldım. Türkçeye çevrilmiş ve kahve hakkında yazılmış bütün eserleri ya da haberleri okudum diyebilirim. Coffee Talks tarzı olan bu kitap 8-9 bölümden oluşuyor. Her bölümün kendine has bir kahvesi, kahve ismi ve hikayesi var. Ama hikayeye başlamadan önce bu kahveyi tanımak gerekiyor. O yüzden en ince teknik detayı ve en doğru sunumuna kadar yapılan araştırmalar sonucunda bunu yazdım. Sadece bu kısımlar için 7 Tane Barista Eğitmeni, 12 Tane Barista’ya danıştım ve onların onayı ile ekledim. Günlerce mekândan çıkmayıp çeşitli kahveler denedim. En iyi kahveye ulaşıncaya kadar çalıştım, ama hala en iyisini bulamadım..

“Burada işin paradoksu başlıyor zaten, en iyi kahve seni uyandıran mı yoksa seni uyutmayan mıydı?  “

Artık Tekirdağ’da yapamadığımı anladım ve Bursa’ya döndüm burada yoğun bir tedavi süreci başladı ve kitabı burada bitirdim. Kitabı bitirdikten sonra, çok duramadım ve yeni bir kitaba başladım. Simülasyon düşüncesine üzerine bir kitap. Artık bu kitap benim ustalık eserim olacaktı.

NeoBeat’le tanışmanız nasıl oldu?

Big Bang’in tam tarihini biliyorsak o zaman diyebiliriz.. Hep içimde olan bir şeydi. Ama somut anlamda 2015 gibi takip etmeye başlamıştım. O zaman Neo-Beat’e ulaşmak, şimdiki kadar kolay değildi. Gerçi Neo-Beat’e ulaşmak halen kolay değil, sadece felsefeyi benimsemiş insanlara ulaşabiliyoruz.. 2016’da Zeytinli Rock Fest’e gitmiştim. Ondan önceki sene de oradaydım, ama 2016’da garip bir şey oldu. Festival alanının dışında yürüyordum ve elimde HOWL vardı. Festival alanın dışında, festival alanının içinde yapamadığımız bir şeyi yapmaya çalışıyorduk. Birden sokakta yürürken bir kaldırımda iki kişiyi gördüm, ellerindeki bir pankartı kaldırımdaki tel örgülere asıyorlardı. Enerji uyumu mu desek, eski devrimci alışkanlık mı desek, yardıma koştum. Bezin kenarını iple bağlamış asıyorlardı, çok bilmiş gibi bunu delmemiz lazım dedim bir sigara yaktım ve pankartın iki ucunu deldim. Sonra arkadaşlarla tanıştım. İlk sorduğum soru NeoBeat tam olarak ne oluyordu? Gülümsedi ve nasıl anlatsam bilmiyorum dedi, git şu adama sor. Tamam dedim, diğer adama yöneldim. O da sırıttı ve ben de bilmiyorum, deminki adama sor dedi. Tekrar döndüm ve Orta Dünya, Tolkien ve Mitoloji hakkında uzunca bir konuşma gerçekleştirdik. Kişisel meseleleri konuşmaya başladıktan sonra, başka bir adama daha yönlendirdi beni.

Güneş gözlüğü ile oturmuş insanlara bir şeyler anlatıyordu. Yanına oturdum, selam dedim. Sana gelmem gerektiğini söylediler. Belki de yıllardır ben seni arıyorum dedi. Aramızda Neo ve Morpheus’a ait olabilecek diyaloglar gerçekleşti. Enjolras bana baktı ve iki tane hap sunmadı. Bir kutu sprey boya uzattı ve şu karşı duvara istediğini yaz dedi. Karşı duvara gittim ve “MR. ROBOT BURADA! Fsociety. CyberW” yazdım. Festivali hackleme düşüncesinden ortaya çıkan diğer düşünceleri görmeniz lazımdı. Sonra kaldırımda Howl okundu hep bir ağızdan ve aslında oradaki bir şiir dizesi bütün festivali hacklemişti.

“Daktilo kutsal şiir kutsal ses kutsal dinleyenler kutsal esrime kutsal!”

Sık sık CyberW’dan bahsediyorsunuz, CyberW nedir?

NeoBeat her zaman için lejyon felsefesiyle ilerlemiştir. Çünkü mücadeleyi alanın öznesi verir. NeoBeat’in amaçlarından biri de bu mücadele öznelerini birleştirmektir. NeoBeat’i bir tayfa olarak nitelendiren insanlara karşın biz denizlerin Kraken’i, zamanı kıran Jack Sparrow’u olduk. Biz denizlerin tayfasıyız, çünkü deniz biziz. Biz suyuz, biz yaşamın ta kendisiyiz. Ne sen, ne o, ne şu, biz bir bütünlüğün temsilcisiyiz. CyberW da internetin yaramaz çocuklarının bir araya geldiği bir yapı. Bu fikir Zeytinli’yi hackleyerek başlamıştı, ve Nilüfer’deki festivali de hackleyip güvenlik duvarında yaşanan açıklardan dolayı bir hayli hızlanmıştı. R10 kültüründen ve aramızdaki ismini veremeyeceğimiz platformlarda bulunan arkadaşlarla ortak bir payda oluşmuştu. Ama bir CyberW üyesinin, bir belediyedeki “Nasıl Giderim?” noktalarının hepsini hacklemesiyle daha çok şekillenmişti. 

“2016 Zeytinli Fest ve Satürn Komünü’nde yapılan uzun forumlarda Neo-Beat içinde, internetin çöküşünü durduracak ve siber dünyaya 1999-2005 döneminin enerjisini geri getirecek adımlar atma iradesi ortaya çıkmıştır. Bu enerjiyi uyandırmak için Neo-Beat büyük çapta bir Cyber Army oluşturma çalışmalarına başlamıştır. Bu yapı, robot hesaplar tarafından işgal edilen Twitter’ın çakma fenomenlerin ucuz videolarının istila ettiği Youtube’un, pop kültürünün ele geçirdiği Instagram’ın ve sağlayabileceği büyük olanaklara rağmen gelenekçi aile yapısının yeniden inşasının ötesine geçilemeyen Facebook’un getirdiği durağanlığı aşma adına ilk etapta kendi çevremizde, sonrasında ise Türkiye’nin tamamında ve uluslararası düzlemde devrim yaratacak projelerle gelecektir. Bu yapının amacı internetin gerçek potansiyelini gün yüzüne çıkarmak ve Apple-Microsoft gibi tröstlerin egemenliğinde yönlendirilen kültürel çöküşün ve durağanlığın önüne geçmektir.”    enjolras’ın Fsociety = Neo-Beat Yazısından.

Peki Simülasyon sizin için ne anlam ifade ediyor? Yeni bir kitap yazdığınızı söylemiştiniz?

Zor, çok zor… Ama bir hata ve çok açık dolu diyebiliriz. Simülasyonun genel olarak bir hata olduğunu düşünüyorum. Ama bu teorinin ve düşüncenin çok fazla sayıda açık bulundurduğunu da düşünüyorum. Bu düşünce tam rayına 80’lerde Jean Baudrillard sayesinde oturdu diyebiliriz. Son noktalardan birini de Nick Bostrom koydu. Ama her gün gelişmekte olan bir düşünce sistemi. Teori demek yanlış olur, çünkü teorileri kanıtlamak lazım. Ama simülasyonu hangi gerçeklikte kanıtlayacağız? Kanıt için bazı gerçekler ve gerekçeler olması lazım. Bana gerçekliği sunarsanız, ben de size simülasyonu kanıtlayabilirim. Simülasyon düşüncesini anlamak için Antik Yunan Felsefesine, Kuşkuculara inmek daha sonrasında Descartes’e geçmek lazım. Hepimiz mağara örneğini biliriz, arkadaki ışığı ve insanları. Felsefe yıllardır bu mağarayla ilgileniyor ve ben bundan çok sıkıldım ben o ışığın kaynağı ile ilgileniyorum. Simülasyon’da yaşadığımıza dair somut kanıtlar bir hayli mevcut. Bunları görebilmek ve anlayabilmek için kesinlikle ortalamadan daha fazla şekilde Fizik ve Felsefe bilmek gerekiyor. Bir de diğer düşünürlerin yaptığı Evreni anlamak hatasına düşmemek, burada yapacağımız nokta Evreni anlamlandırmak olmalı. Simülasyon düşüncesinde, birçok sorun çıkıyor. Baudrillard’a göre yaşadığımız dünya gerçek değil, sadece gerçek dünyanın simüle edilmiş hali. Bir nevi porno’da yaşadığımızı söylüyor. Bize onu sunmuyor, ama onu öğretiyor ve haz veriyor.

Nick Bostrom ise “BİR BİLGİSAYAR SİMÜLASYONUNDA MI YAŞIYORSUNUZ?” isimli makalesinde üç önermeden oluşan bir hipotez ortaya atıyor. Nick’e göre, bizden daha üstün varlıkların ya da toplulukların bizi simüle ettiği önergesi ortaya çıkıyor. Bence bu da çok yanlış bir düşünce bence. Bir bilgisayar programında yaşadığımızı düşünürsek, bu programı da bizden daha üstün varlıkların yazdığını peki onlar nedir? Onlar nasıl yaratıldı? Onlar da bir simülasyonun parçası mı? Bizim tanrılarımız başka tanrıların kulları mı? Birçok soru ve önerge ortaya çıkıyor. Bana göre simülasyon başlı başına bir hata. Kimse bizi yönetmiyordu, çünkü bizi unutmuşlardı. Çünkü bizim oluşacağımızı bilmiyorlardı. Yanlışlıkla oluştu insan ve diğer insana dair her şey. Gökyüzü ve evrene bakarsak bir sanat programı tarafından oluştuğumuzu söyleyebilirim, Pink Floyd’a bakarsak anarşist bir protesto, yola bakarsak ta bir arayış programı olduğunu. Ama insan kesinlikle bir hatadır ve yanlışlıkla ortaya çıkmıştır.

Ateş yanlışlıkla keşfedilmiş, Homo yanlışlıkla Sapiens ismini almıştır. Ama bütün savaşları isteyerek çıkarmıştır. Ama ilerleyen düzlemde programda yanlışlıkla bir şeyler ters gitti. Basit algoritma ve kodlama mantığıyla konuşacak olursak şöyle özetlemek isterim. Yaratılan ve yaratılacak her şeyin bir sınırı vardır. Sınırsızı yaratman zamanın kurallarına aykırıdır, çünkü hiçliği yaratamazsın. Bir şeyi yaratmak için zamana ait olması gerekiyor ama hiçlik zamana ait değildir. Zamanın hardcore şekilde korkunç kuralları vardır. Başta bir şeyleri denemek için, -ki bunu şuan bilmemiz imkansız sadece tahminler üzerine konuşabiliriz-  program yazılmaya başladı. Programın diyelim ki bir sınırı vardı 5000 satırlık düşünelim. Satırlar kendini yazmaya başladığında, artık her şey çok geçti. Çünkü bir şeyleri yaratmak için bir yaratıcı gerekiyordu. Program bu dünya için bir tanrı figürü yarattı. Ama program eklenen kodlar yüzünden o kadar açık ve bug yarattı ki evrenin yaratılması asla bitmedi. Eğer Big Bang’e inanıyorsak, evrenin bir başlangıcın olduğunun sonucuna varırız. Her başlangıcın bir sonu da vardır, her başlangıcın bir yaratıcısı ve yok edicisi de olmak zorundadır. O yüzden program bir tanrı yarattı, bu tanrı figürü semavi dinlerde ki figürden ziyade Matrix’teki Mimar gibiydi. Ama programda bazı işler ters gitti ve evrenin yaratılışı bitmediği için program Tanrı figürünü silmek zorunda kaldı. Tanrı her şeyi bilen, kudret, irfan sahibiydi. Her şeye gücü yetendi. En güçlüden bile güçlüydü, Matrix’teki Ajan Smith’ti. Semavi dinlerde de bu tanrının varlığı her daim en üst olarak şekillenmişti.

Tevrat Mısır’dan çıkış 3:13-14

Latince ; ego sum qui sum
Eski İbranice ; ehyeh aşer ehyeh
Türkçe ; Ben, Ben olanım ! 

14 Tanrı, “Ben Ben’im” dedi, “İsrailliler’e de ki: ‘Beni size Ben Ben’im diyen gönderdi.

Tanrı figürü silinince programda inanılmaz hatalar ve açıklar oluştu. Program artık kontrolden çıkmıştı ve simüle edenler tarafından simüleler manipüle edilmeye başladı. Yeni tanrı yaratamayacakları için, yeni tanrılar ve tanrısal düşünceler yarattılar. Teknoloji başında geldi. Teknoloji aslında sistemin açığını kapatmaya başladı. Çünkü Baudrillard’a göre ; Artık iletişim yok, iletişim araçları vardı. Teknoloji aslında tanrının açığını kapamaya başladı ve ilerledi.

Önce devletler kimlik verdi, sonra artık herkesin parmak izini almaya başladı bkz: iPhone, sonra yüz tanıma teknoloji bkz : yine iPhone, sonrasında oto pilot olan arabalar bkz Tesla, en sonunda da insan beynini bilgisayara bağlamak bkz : Neuralink. Açıklar kapatılmaya son raddeye gelmeye başlandı. İşte burada güvenirlik artık aşılmış olması gerekiyor artık sadece zorunlu kontrol var. Korkutucu bir şekilde ilerliyor, Ham bilgiler edinen algoritmalar, kendini geliştiriyor ve öğrendiğini unutmuyor. Matrix’te Neo’nun ilk Ajanlarla tanışmasında, Neo ajanlardan çok daha güçlüydü. Ajanlar programın en üst noktalarıydılar. Çünkü Neo yoktu, Neo gelince, Smith öldü ve program, onu tıpkı Moria’da düşen ve savaşarak ölen Gandalf gibi, tekrar yolladı. Bu sefer Neo, programın içine girince, gücünün derinlikleri programın içine geçti ve aynı özellikleri Smith’e yükledi. Hatta daha fazlasını.. Okulda ilk öğrendiğimiz şeylerden biri olan, çubuğu sağa sola götürme, algoritmanın temelini oluşturuyordu. Ama aynı algoritma üstüne daha yeni kodlar eklenirse bu sefer, Mona Lisa tablosunu kusursuzca çiziyor, bir Bach eseri çalabiliyor. Hatta kendisi hiçbir esinlenme olmadan yeni bir resim çizebiliyor. Tıpkı bir bebeğin, en temel öğrenimlerinden ilerleyen çağlarına gelesiye kadar yaşadığı süreç gibi. Kalemin ve kağıdın ne olduğunu öğreniyor, ondan sonra bunları kullanmayı öğreniyor ve en sonunda ikisini birleştirip yeni bir şey ortaya çıkarıyor. Peki bu iki algoritma arasında ki benzerlik bu kadar fazlayken, ikisini nasıl birleştirebiliriz? Aslında ikisi de aynı şey. Biri daha gerçekçi..

“Asıl soru burada başlıyor, aynı plaftorm üzerinde yürütülen diğer sanal evrenler ile bağlantıya geçebilir miyiz?”

Yeni yazmaya başladığım kitapta da simülasyon düşüncesi üzerine 10 tane soru sordum ve bunları en güncel haliyle yanıtlamaya çalışacağım.

İnternetin gelişimi birey ya da bireylerin karakteristik özelliklerini değiştiriyor mu?

E yani. 100 yılda olmayan hastalıklar bile oluşuyor. 10 sene olmayan meslek sınıfları bile oluştu. Sosyal Medya uzmanlığı, satış temsilcisi vs. Hiçbir yeteneğin yoksa belirli bir miktarda takipçin varsa şirketler seninle anlaşma yapıyor. Cambridge Analytics mantığı biraz. Ayrıca sosyal medya büyük bir şov dünyası, herkes şova katılmak istiyor. Benim yaklaşık 500 takipçim falan var, benim ne yediğim ya da ne içtiğim hiçbirinin umurunda değil. Olmamalı da.

İnternette sanat mümkün mü?

Benim görüşüm, dijital sanatın “henüz gerçekleşmediği” yolunda. Demişti Ulus Baker ‘’ İnternette sanat mümkün mü?’’ adlı yazısında. Bence o yazıyı bir okumak lazım. Ama bence mümkün değil, çünkü sanat sansürlenemez.

Son dönemdeki sansürler hakkında ne düşünüyorsunuz?

Topluluk işte. Özellikle de bizim topluluğumuz… Cem Yılmaz, bu yasa tasarısına, gülerek onaylarken hiçbir sıkıntı yoktu.. Ama rakı içerken video paylaşınca alkış kıyamet.. Ya da abilerinden bence Ş harfi değil de yavşaklık öğrenen Yılmaz Erdoğan’a sormak lazım. Sanatı sansürleyen bence devlet değil, bu tarz sanatçılar ve sanat meraklılarıdır. Çünkü bunlar Fransa’daki Sarı Yelekliler direnişinde müzeyi yağmalayan insanlara kin kusan, müze yağmalanır mı diyen insanlardır. Sarı Yelekliler’den de cevap gecikmemişti.

“Sanat bizim için yoksa, sadece zenginler için varsa ve biz göremiyorsak varsın olmasın sanat ve yıkılsın şehrin tüm müzeleri.”

İnternet özgürlük müdür? Yoksa internet özgürlüğü kısıtlar mı?

“İlk olarak ABD savunma bakanlığı tarafından kullanılan ARPANET, 2 yıl sonra üniversiteler arası iletişim kurmak için kullanılmaya başlandı. Sonrasında uluslararası bir teknolojiye dönüştü ve uydular aracılığı ile kullanılmaya başladı. 1980’de NSFNet isimli yeni askeri bir projeye dönüştü. Bu sıralarda, hala bugün bile kullandığımız TCP/IP protokolü geliştirildi. Böylece bilgisayarlar birbirine daha etkili bir şekilde bağlanabildi. 1989’da Tim Berners-Lee “World Wide Web”i icat etti ve günümüzde kullandığımız internet ortaya çıktı. “ İnternette özgür olmak imkansızdır, çünkü her hareketimiz izleniyor. Her temas iz bırakır. Kayıt altına geçmeyen hiçbir şeyimiz yok. Bence internete ulaşmak bilgiye ulaşmak özgürlük olmalı. Ama İnternet son dönemde özellikle sosyal medya sayesinde bir hayli özgürlüğü kısıtlamakta. Çünkü bağımlıyız, çünkü toplumun dayattığı son noktayız. Ülkemizde yıllardır Vikipedi kapalı ve birkaç twitten başka pek bir protesto yapılmadı. Çünkü 0 koyulup girilebiliyor, çünkü DNS var. Ama öyle bir noktaya gelinecek ki, artık bırakın sitelere girmeyi ya da sansürlü içerik izlemeyi onlara ulaşacağımız bile. Dünyanın çoğu ülkesinde bu tarz internet kullanımları bir hayli yaygın.

Ülkemizde Youtube’da ciddi bir ilgi var bunu nasıl açıklarsınız?

“Artık iletişim yok, iletişim araçları var.”

Şov sadece şov. Gençler artık üretmek değil izlemek istiyor ve her şeyi görmek istiyor. Eskiden televizyon dünyası kocaman sahneler kurarken, tiyatrolar aylarca uğraşırken artık bir yeşil perde önünden keyif alabiliyorlar. Hiçbir sanatsal yanı olmayan içerikler popüler hale geldi. Tabi çok iyi içerik üreten kanallar var ama benim bahsettiğim argümanları biliyorsunuz. Youtube’un bu kadar ciddi hale gelmesi de devlet ve kişiler tarafından sağlandı. Herkes para var gözüyle yaklaştı, devlette her zaman olduğu gibi biz kazanmıyorsak onlar da kazanamaz deyip vergi kesmeye başladılar. Ama geçtiğimiz günlerde benim de desteklediğim Fenerbahçe SK Youtube’da ilk defa 1 Milyon Aboneye ulaşan SK kanalı oldu.

Sporla aranız nasıl? Futbola ilginiz var gibi duruyor.

Konuyu çok saptırmadan özetleyecek olursak, yıllarca birkaç sporla uğraştım. Futbol izlemeyi son dönemde hiç sevmiyorum. Ama özellikle Statlardan, barikatlara verdiğimiz bir söz var. Ali İsmail’e verdiğimiz bir söz var. Bu ülkede zamanında kimsenin söylemediği gerçekleri bir taraftar gruplarının söylediğini inanıyorum. NeoBeat ilk kurulan barikattayken, STKlardan önce taraftar grupları gelmişti. Bir sözümüz var, tribünden arkadaşımız olan NeoBeat felsefesini benimsemiş bir taraftara. Koray’a sözümüz var. Satürn elbet fısıldayacak. Bu simülasyondan kurtulunca elbet.

The following two tabs change content below.

Email adresiniz paylaşılmayacak