Ted Lasso

Neredeyse evrensel olsa da her toplum için farklı şeyler ifade eden kavramlar vardır. Önemi ve kapsamı ülkeden ülkeye değişkenlik gösteren siyaset ve dinden pişirme süreci de dahil olmak üzere yemek kültürüne insan yaşamını etkileyen pek çok konuyu bu bağlamda düşünebiliriz. Özellikle son birkaç on yıldır futbol da bu konulardan biri. Hatta artık öylesine bir hacme sahip ki futbol çoğu zaman bir spor dalı olarak değil, milyarlarca dolarlık global bir sektör olarak anılıyor. Türkiye de neredeyse diğer Avrupa ülkeleri gibi bu pazarın önemli bir parçası. 

Futbolun Türkiye’deki yaşamın ne denli büyük bir parçası olduğunu burada anlatmaya hacet yok, hepimizin malumu. İster önyargı ister haklı bir dava deyin, ben bu devasa parçadan bilinçli olarak uzak durmaya çalışan biriyim. Tam da bu nedenle bir futbol kulübünü konu alan Ted Lasso üzerine yazı yazdığım, hatta bunu şevkle yaptığım için oldukça şaşkınım. Dizinin mütevazı bendenize ve okyanusun bu tarafındaki futbola dair neredeyse hiçbir fikri olmayan Amerikalılara kendini nasıl sevdirdiğine geçmeden önce, konusundan biraz bahsedelim.

ABD’nin Kansas eyaletinde bir üniversitenin Amerikan futbolu koçu olan Ted Lasso, herkesi şaşırtan bir şekilde İngiltere Prömiyer Ligi üyesi olan AFC Richmond takımına antrenör seçilir. Daha ilk basın toplantısında “futbol hakkında bilmedikleriyle iki internet dolacağını” itiraf eden Lasso’yu kimse ciddiye almaz. Futbolcular dinlemez, taraftarlar küfür kıyamet hakaret eder, gazeteciler kinayeli sorularıyla “ofsayta düşürmeye” çalışır… Boşanma sonrasında eski eşinden kulübü alıp başkan olan ve Lasso’yu işe alan Rebecca Welton bile onu ciddiye almaz. Ama güneyli aksanı, candan gülümsemesi ve kelime oyunlu soğuk esprileriyle Lasso, pos bıyıklı bir Mary Poppins gibi etrafındakileri birer birer ve ufak ufak etkilemeye başlamıştır bile. 

Ancak diziden sadece neşe beklemeyin. Hikâyenin sürpriz gelişmelerini açığa vurmadan anlatmak gerekirse neredeyse her karakterin özel hayatında boğuştuğu bir derdi var. Zaten bir düşünürseniz hayatından bu kadar memnun, orta yaşlı, evli barklı bir adam neden kalkıp tek başına başka bir ülkeye taşınır ki? Lasso, evliliğinde ciddi sıkıntılar yaşıyor. En son Game of Thrones’ta Cersei’yi elindeki zili çala çala, “Utanın!” diye tenkit ederek şehirde gezdiren rahibe olarak izlediğimiz Hannah Waddingham’ın canlandırdığı Rebecca, eski eşinin ve tüm basının aşağılayıcı davranışlarıyla başa çıkmaya çalışıyor. Takımın en deneyimli oyuncusu Roy Kent emekli olma zamanının geldiğini kabul etmekte zorlanırken yıldız forvet Jamie Tartt bencilliği ve vurdumduymazlığıyla tüm takımın ahengini altüst ediyor. Elbette bunlar sadece iyisini düşünerek çözülecek dertler değil. Lasso’nun hevesli ve olumlu yaklaşımı kadar, başka bir bağlamda oldukça klişe görünebilecek bu karakterlerin yediği hayatın gerçek sillelerine de bölümler boyunca tanık oluyoruz.

Bu yazıyı yazdığım dönemde dizinin şimdiye kadarki en yüksek IMDB puanı alan ikinci sezonun beşinci bölümü yeni yayınlanmış ve rekor sayıdaki (20) Emmy adaylığı duyuralı bir ay olmuştu. Ağustos 2020’de yayın hayatına Apple TV+’ta giren Ted Lasso, aslında 2013 yılında can bulan bir karaktere dayanıyor. İngiltere Prömiyer Ligi’nin yayın haklarını satın alan ve Amerikalıları İngiliz futboluyla ilgilenmeye teşvik etmek isteyen NBC Sports, yine NBC’de yayınlanan Saturday Night Live yazarı ve oyuncusu Jason Sudeikis’ten bir dizi skeç çekmesini istiyor. O dönemki skeçlerde Lasso, gerçek bir futbol kulübü olan Tottenham Hotspur’e transfer olmuş, anlamadığı bir spora dair cahilce yorumlar yapan, biraz da münasebetsiz bir antrenör. Yıllar sonra karşılaştığımız adam ise daha olgun, daha yuvarlak köşeli ve daha alçakgönüllü biri. 

Sudeikis, Scrubs’ın yaratıcısı Bill Lawrence ve dizide Lasso’nun sağ kolu Coach Beard’i oynayan Brendan Hunt bu karakterin hikâyesini anlatmaya karar verdiklerinde odak noktalarının içtenlikle iyi bir adam olmasını istediklerini belirtiyor. Sürpriz yok, seyirciyi ters köşeye yatırmak yok; Ted Lasso samimiyetle ve bilinçli bir tercih olarak gerçekten iyi bir adam. Dizinin ilk bölümlerini izlerken nihayet kötü bir şey olacağından ve Lasso’nun “gerçek yüzünü” göstereceğinden şüphelenmek işten değil. Ancak hikâye ilerledikçe ve Lasso’nun sarsılmaz olumlu bakış açısına aşina oldukça, izleyici bu samimiyete inanmayı neden ısrarla reddettiğini sorgulamaktan geri duramıyor. Asıl gariplik iyimser Lasso’da değil, bizim nasırlaşmış duygularımızda olabilir mi?

Bu dönüşümün yaratıcı tercihler dışında da bazı nedenleri olsa gerek. Bunu açıklamak için, başka bir iyimserlik ve mutluluk kaynağı olarak tanımlayabileceğimiz Parks and Recreation dizisinden biraz bahsetmek istiyorum. Indiana eyaletinin bir şehrinde park ve dinlence bölümünde çalışan bir grup kamu görevlisini anlatan bu dizi, ilk başta The Office’te olduğu gibi karakterlerin adına utanarak izlemeye başladığımız bir mockumentary idi. Ancak sezonlar ilerledikçe karakterler olgunlaşıyor, biz de onlarla beraber ve onlar adına mutlu oluyorduk. Devlet görevlilerinin siyasi görüşleri ne olursa olsun birlikte neşeyle çalışması, özellikle Trump hükümeti sırasında ve sonrasında iyice kutuplaşan güncel ABD siyasi ortamını düşününce imkânsız geliyor. Oysa 2009’da başlayan bu dizi, gündemi teröre karşı savaşla geçen Bush devrinden sonra, kendi seçim sloganlarına referansla “umut ve inanç” ile gelen Obama döneminin iyimser havasını yansıtıyordu.

 Benzer şekilde Ted Lasso gibi böylesine olumlu bir havası olan dizinin insanların gelecek kaygılarının iyice kristalleştiği pandemi döneminde beklenenin çok üstünde ilgi görmesi şaşırtıcı değil, ama dizinin ilk sezonunun bölümleri ve ikinci sezonun ana hikâyesi birkaç yıl öncesinde tamamlanmış. Dizinin yaratıcılarının defaatle tekrarladığı gibi, amaçları belli bir döneme hitap etmek veya eski günleri yâd etmekten öte, Hele ABD’nin artık kendini imrenilesi bir lider olarak görmekte zorlandığı günümüzde niyetleri Avrupa’yı neşeli Amerikalılıkla tanıştırmak değil. Neredeyse zamansız ve oldukça insani bir mesajları var: Bizi kurtaracak olan, nezaket ve merhamet. Eleştirmenlerin ve ödül törenlerinin gözdesi Veep dizisinde olduğu gibi, karakterler başarısızlıklar karşısında birbirini haşlayıp tefe koyabilir, üstelik bunu şaşırtıcı derecede yaratıcı hakaretlerle de yapabilir. Bir başka yol ise birbirimize destek olup sorunun çözümünü birlikte bulmaya çalışmak olur. Hem dizi hem de karakter olarak Ted Lasso, bu ikinci seçeneğin yılmaz bir savunucusu.

Başrol oyuncusu Jason Sudeikis geçtiğimiz temmuz ayında New York Times’a verdiği röportaj sırasında bu ikiliği özetleyen bir anısını anlatıyor: “Saturday Night Live’da ilk çalışmaya başladığımda bir yerden geçerken kapıyı diğerleri için açıp beklerdim, onlar da belki popolarına vuracağım veya başka bir şaka yapacağım şüphesiyle durup bir bana bakarlardı.” Diziye ilk başladığımda pek çok diğer izleyici gibi, “Bu adam sahtekâr çıkacak sanırım,” korkusunu üstümden atamıyordum, halbuki nedeni kendi içimde aramam gerekiyormuş. Dizilerdeki izleyiciyi yanlış yönlendirip şaşırtma modası kadar, çağımızın genel kinizm havası da bunda oldukça etkili.

Derken Ted Lasso geldi. Arkadaşlarıma tavsiye ederken “Futbolla ilgili ama…” diye şerh etmemin yanı sıra mutlaka bahsettiğim bir şey daha var, o da izlerken neler hissettirdiği. Sıcacık bir dizi bu. Çatlamış nasırlarımıza sürdüğümüz bir merhem, endişelerimizi dindiren okşayıcı bir ninni, zor günümüzde başımızı omzuna koyup usulca ağladığımız can dostumuz sanki. Lasso birlikte çalıştığı kronik kötümser İngilizleri can kulağıyla dinleyip hayallerini gerçekleştirmeye teşvik ederken, bize de kendimize ve etrafımızdakilere aynı şekilde kulak vermeye yönlendiriyor. Ted Lasso mesleği olan koçluğu tüm anlamlarıyla ifa ediyor. O aynı zamanda bir akıl hocası. 

Hiçbirimizin heyecanla izlediğini hayal edemeyeceği ama hop oturup hop kalkarak izlediğimiz bir dart yarışması sırasında Lasso’nun yaptığı Walt Whitman alıntısının tarif ettiği gibi biri: Tenkitçi değil, meraklı. İnsanları ona yönelik davranışları için yargılamak yerine, neden böyle davrandıklarını öğrenmeyi tercih ediyor. Tercih ediyor, evet, çünkü samimi ve akılcı iyimserlik bilinçli bir şekilde çaba harcamayı gerektiriyor. İnsanların durdurulamaz karamsarlığı karşısında sarsılmaz bir gayretlilik abidesi o. Sudeikis’in dediği gibi hayatta zorbalar, size gerçekten kötülük yapmak isteyenler veya daha geniş olarak toksik erkeklik gibi kavramlar var, bunu değiştiremeyiz. Değiştirebileceğimiz şey, bizim bunlar karşısında benimseyeceğimiz tutum. 

Bu yazı, Episode Dergi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.

Yazı: Deniz Turgay

Ted Lasso Üzerinden: Kişilerarası İlişkiler ve Değişim

2020’de başlayan dizi Amerikan futbolu koçu Ted Lasso’nun Premier Lig’de bir takımın teknik direktörü olmasıyla gelişen olayları konu alıyor. Amerikan futbolu, Premier Lig’de oynanan futboldan tamamen farklı hatta ayakla değil elle oynanan bir takım oyunu. “İster Amerikan ister bildiğimiz futbol olsun ben ilgilenmiyorum” deyip geçmeyin lütfen, çünkü spor asıl konunun üstüne çekilen bir perde sadece. Asıl konuya gelecek olursak, tabii ki en sevdiğim: Kişilerarası ilişkiler ve değişim.

Devam etmeden önce kısa bir uyarıda bulunayım: Elimden geldiğince diziyle ilgili ön bilgi (spoiler) vermeyeceğim ancak zaman zaman üstü kapalı olarak bazı detaylara yer verebilirim. O yüzden şimdi veya diziyi izledikten sonra bu incelemeyi okuma kararını size bırakıyorum.

Son yıllarda gerek yerli gerekse yabancı yapımlarda ruhsal sağlığına, terapiye ve değişime yer verildiğine sıklıkla şahit oluyoruz. Bu da sevindirici çünkü ruh sağlığı yadsınamayacak kadar önemli ve hayatın içinde.

  • Ancak özellikle yerli yapımlarda genelde çok olumsuz ve travmatik yaşantılar sonrası “iyileşme” ön planda. Bu da ne yazık ki ruh sağlığı çalışanları olarak yapmak istediğimiz normalleştirmenin tam zıttı bir etki bırakabiliyor izleyiciler üzerinde.
  • Buna karşı, Ted Lasso bu konuları olanca doğallığı ve iyimserliği ile ele alıyor. Karakterler binbir türlü zorlu deneyimden ziyade günlük hayatta hepimizin başına gelebilecek şeyler yaşayan insanlar. Hepimizin etrafında Koç Lasso kadar iyi kalpli biri olmayabilir ne yazık ki. Fakat o kadar iyiliğe fantastik de olsa ihtiyacımız var diye düşünüyorum bu dönemde.

O yüzden güldürürken kalp de ısıtan bu dizi tüm ödülleri ve övgüleri hak ediyor bana kalırsa. Bu incelemede önce karakterlerin değişimine sonrasında yakın temasın sadece çiftler değil herkes için ne kadar dönüştürücü olduğuna değineceğim sadece.

Her Yönüyle “Değişim”

Karakterlerin gelişimi ve daha doğrusu dönüşümü itibariyle baştan sona bir terapi sürecini yansıttığını düşünüyorum dizinin. Kimine göre gerçekçi olmayan bir pozitiflik olarak algılanabilir bu değişim süreçleri. Ancak biliyoruz ki değişim her zaman mümkün. Özellikle ilk sezon, kişilerin var olan iç kaynakları, güçlü ve zayıf yönleri, tutkuları ve kırılgan yanlarıyla bir bütün olarak kabul edildiklerinde değişimin mümkün olduğunu gösteriyor. Değişimin mümkün olması kolay olduğu anlamına gelmiyor. Zira sadece Roy karakterinin bile ikinci sezondaki değişim fırsatlarını ne kadar zorlanarak değerlendirdiğine yakından şahit oluyoruz.

Değişim kolay olmadığı gibi her zaman olumlu yönde de olmuyor. Buna da üzülerek şahit oluyoruz ikinci sezonda. Bu olumsuz değişimi mercek altına alıp bakacak olursak, ebeveyn reddinin bahsettiğim gerçeküstü sayılabilecek iyiliği bile etkisiz bırakabildiğini görüyoruz. Bu da bir çocuk olarak ebeveynlerimizden onay alma ihtiyacımızın ne kadar temelde olduğunu hatırlatıyor bana.

“Meraklı Ol, Yargılayıcı Değil”

Değişimden bahsederken dizinin en can alıcı repliklerinden birine değinmezsem olmaz. Koç Lasso girdiği bir iddia sırasında rakibine bir anısını anlatırken der ki “Meraklı ol, yargılayıcı değil.”

Bir terapist olmaya dair öğrendiğim ilk şey danışana bilmiş bir yerden değil merakla yaklaşmaktı. Onları ancak yargılamadan dinlersek anlayabilir, ilişki kurabilir ve bu terapötik ilişki sayesinde değişim başlayabilirdi. Bu sebeple danışanlar ne kadar tanıdık geçmişlere sahip olurlarsa olsunlar, asla varsaymamayı ve hep soru sormayı, onların gerçekliğini anlamaya çalışmayı birincil hedef edinmiştim. Böylece insanlara gerçekten hoşgörü ile yaklaşmayı ve yargılamamayı öğrenmeye başladım diyebilirim.

Hepimiz birbirimize bu kadar merakla yaklaşabilsek dünyanın ne kadar güzelleşeceğini hayal bile edemiyorum. Gerçi diziye bakınca biraz hayal edebilirim sanırım, Ted Lasso sağ olsun bu hayalin bir fragmanını gösteriyor bize. Şaka bir yana, inanıyorum ki daha çok insan kendi içine dönüp değişimi başlattığında bu yargılayıcı sesler azalacak. Sonuçta her şey “inanmak”la başlamıyor mu?

Değişim öyle mucizevi ki sistemin bir parçası değiştiğinde diğer parçalar da er ya da geç yön değiştiriyor. Önce dengeler bozuluyor, sonra düzen değişiyor ve bambaşka yeni bir sistem kuruluyor. Bu açıdan baktığımızda Koç Lasso’nun gelişi, ilişkide olduğu her oyuncunun bireysel değişimine, takımın gelişimine, kulüpteki dengelerin değişmesine ve hatta takımla beraber Richmond halkının bile ona karşı tavırlarının değişmesine yol açıyor.

En küçük halkadan en genişine kadar her sistemde birçok değişikliğe şahit olmamız açısından Sistemik Terapi’nin ilkeleriyle de şahane bir uyumu var dizinin. Sistemin her üyesi birbirini etkiliyor ve birbirinden etkileniyor; aynı küçük sistemlerin daha büyük sistemlerle olan etkileşimi gibi.

Birbirimize Temas Etmeden Takım Olabilir miyiz?

Takımın değişimi demişken takım ruhunun ve dolaylı olarak yakın temasın önemi de dizide çok güzel işleniyor. Çift terapisti olarak yakınlığın ve sevgi dolu bir fiziksel temasın kişilerin hem ruhsal hem fiziksel sağlıklarına ne kadar olumlu etkileri olduğunu biliyordum. Ancak Duygu Odaklı Çift Terapisinin yaratıcısı Sue Johnson’ın “Aşkın Aklı” **adlı kitabında rastladığım bir çalışma beni resmen büyüledi.

NBA’deki takımlarla yapılan bir araştırmada takımların başarısının, düşünebileceğiniz birçok kriterden ziyade, oyuncuların takım arkadaşlarıyla yaptıkları olumlu fiziksel temaslara bağlı olduğu bulunmuş. Diğer bir deyişle, biri basket attığında tebrik amaçlı yumruk tokuşturmaları, beşlik veya onluk çakmaları, topu kaçırdığında teselli amaçlı kucaklaşmaları gibi temaslar iş birliğini ve takım ruhunu güçlendirerek oyuncuları yakınlaştırıyor ve bu da onları başarıya götürüyor.

Diziden buraya nasıl geldiğimizi sorarsanız o kadarını anlatamam başta ön bilgi vermeyeceğime dair söz verdiğim için ama siz hemen gidip diziyi izleyebilirsiniz. Umarım sizin de kalbinize dokunur ve ilişkilerinizdeki rollerinize dair bir iç görü kazanmanıza yardımcı olur Ted Lasso.

Yazı: Refia Tezer Çakmak

Bilgi

Yaklaşık Bölüm Süresi30 dakika
Toplam Bölüm Sayısı32
Dizi Sezon Sayısı3
Ödüller7 Primetime Emmy Ödülü kazandı. 65 galibiyet ve toplam 93 adaylık
ÜlkeABD
TürlerKomedi, Dram, Spor
ProdüksiyonRuby’s Tuna, Universal Television, Doozer, Warner Bros. Television
IMDb Puanı8.8/10
Rotten Tomatoes94%

Email adresiniz paylaşılmayacak