Yaşamak, ölmek için bir güne daha meydan okumak …
Acının yoğunluğundan açamadığı gözlerini zorluyordu gecenin ağırlığında. Ağırlığı altında ezilen bedeninde bir nefes arıyordu ciğerleri. Yırtarcasına dolaşıyordu oksijen damarlarında. Bedeninde eser miktarda kan, çoğunluğu odanın çeşitli köşelerinden akıyordu soğuk betondan zemine. Oralarda bir yerlerde yatıyordu bedeni de. Hissetmiyordu kendini, kayıptı bilinci. Bir arayışta da değildi. Bulmak istediği tek şey belki de bir ışık hüzmesiydi. Biraz çabayla yaşayabilirdi. Fakat ruhu alışmıştı ölüme. Tatmıştı metalik tadını, başka bir hissiyatı olmamıştı. Eksilmişti yıllar boyunca. 1 gram kadar yoktu artık. Açamadığı gözlerinden görmüştü çok istediği aydınlığı. Hissetmişti buzdan bedeninde o sıcaklığı. Yakmıştı biraz, yanmıştı da çokta. Söyleyeceği tonlarca şey vardı belki de. Ama başucunda sadece boş bir kağıt duruyordu. Böyle anlaşılmak istemişti. Kağıda değil bedenine yazmıştı cümlelerini. Ve ölümün sessiz fısıltısı avaz avaz susmuştu dudaklarında. Hafif aralıktı dudakları. Konuşmak için değil susmayı çekmişti içine. Son defa susmak ve ebediyet için konuşmak. Sonsuzluğa açılan kapısı, toprak kokusuna karışırken gülümsedi içinden. Çünkü dışı zaten ölüydü. Ölümlüydü.
Ayağa kalktı. Rüyadan uyandı. Açtı gözlerini. Aldı nefesini. Kapattı dudaklarını. Ve baktı bileklerine. Temizdi. Tüm kan bedenindeydi, zeminde eski bir halı vardı üzerinde sigara yanığı olan. Karşısında duran gece’lik şarabından kalan son yudumu da tüketti. Ve tekrardan ölmek için yeni bir güne daha uyanmıştı..