Dehanın Hükmettiği Tek Amerikalı Yazar: Burroughs

  • William S. Burroughs, çeviren: Ali Kaftan – Çetin Şan, Altıkırkbeş Yayınları, 139 sayfa
    ‘Dehanın hükmettiği tek Amerikalı yazar’ nitelemesi, Norman Mailer’e ait. Günümüz dünyasının başat medeniyetinin Amerika olduğu gerçeği ortaya koyulduğunda pek yadırganacak bir iddia!.. En azından içeriğinde sadece bir tek Amerikalı yazara ‘dahi’ ünvanını layık görmek gibi bir nekeslik olduğu için… Herman Melville, Salinger, John Steinbeck, John Fante, Scott Fitzgerald, Mark Twain, Henry Miller’e rağmen…
    Doğrusu, edebiyat ve sosyal bilimlerdeki yargılar, tıpkı fen bilimlerindeki gibi, fizik ve matematikteki gibi katı kurallara
    bağlı olabilseydi altına imza atmaktan geri durmayacağımız yargı Mailer’in bu tümcesinde yazanlar olurdu. Yazık ki böyle değildir ve edebiyatın dehalarını anlayabilmek için, bilim dehalarını anlamanın çok ötesinde bir zahmet çekmek gerekir.
    Önemli eserleri dilimizde
    Altıkırkbeş Yayınları’ndan son olarak ‘Top’ adlı kitabının çıkmasıyla beraber, Burroughs’un eserlerinin en önemlileri Türkçeleşmiş oldu. Hatırlanacağı gibi
    ‘Canki’ (İletişim), ‘Şans Hayaleti’
    (Altıkırkbeş), ‘İçerdeki Kedi'(Altıkırkbeş) ve -başyapıtı ‘Çıplak Şölen’ (Altıkırkbeş) adlı kitapları daha önce çıkmıştı.
    ‘Top’, Burroughs’un 1950’lerde yazdığı ve fakat 1985’e kadar basılmayan bir eseri. Bir novella. Mexico City’ye sığınmış olan William Lee’nin, hayali sevgilisini baştan çıkarmak için gerçekleştirdiği ayak oyunlarını ve bunları yaparken çektiği romantik acıları anlatıyor. Bizim için ilginç olan, Jack Kerouac’ın ‘Yolda’ adlı kült beat eserinde sözünü ettiği ‘Old Bull Lee’ ve ‘Top’taki William adlı kahramandan iz sürerek, roman kahramanının William S. Burroughs olduğunu keşfetmek ve özyaşamsal bir öyküyle karşı karşıya olduğumuzu görmek. Yani, bir dehanın, eşcinsel bir dehanın iç dünyasına, aşk hayatına tanık olmak…
    Bu tespitlerimizi, bilgiççe dile getirmemiz ya da büyük bir edebi keşif yapmış gibi sunmamız gereksiz kuşkusuz. Çünkü Beat Kuşağının efsane yazarı Burroughs’un tüm yapıtlarının madde bağımlısı ve eşcinsel kişiliğinden kaynak aldığını herkes bilir. Zaten bizatihi eserleri bunların sofistike birer dökümü gibidir.İsyanların ateşleyicisi
    Burroughs’u herhangi bir kitabına münhasır bir yazı ile ele almak neredeyse olanaksızdır. Çünkü onun yazar kişiliği ve temsil ettiği imge öylesine büyük ve kapsayıcıdır ki, bir bütünsellik içinde ele alınmadığı taktirde fili inceleyen köre dönüşülme tehlikesi vardır. Burroughs, 20. yüzyılın en önemli fikir akımlarından olan, karanlık, yadsıyıcı bir dalga olarak gelip 60’lı yıllar gençlik isyanlarının da ateşleyicisi olan Beat hareketinin başat yazarıdır. Onun konumu, Jack Kerouac, Allen Ginsberg, Lawrence Farlinghetti, Richard Brautigan, Nell Cassady gibi Beat yazarları arasında ‘primus inter pares’ (eşitler arasında önde gelen) olarak bile değerlendirilemez. Varlıklı bir işadamının oğlu olan Burroughs Harvard Üniversitesi’nde
    İngiliz Edebiyatı okumuş olmasının yanı sıra, Beat’lerde görmeye alışkın olmadığımız bir ‘aristokrat’ kültüre sahipti. Beat akımı ortaya çıkmadan önce yeraltında efsane haline gelmişti bile. Eserlerinde, iktidarın kötüye kullanılmasından duyduğu büyük rahatsızlık nedeniyle uyuşturucu bağımlılığını, yaşamlarımızın denetlenme yollarının tümünü kapsayan bir metafor olarak kullandı.
    1990’lı yıllarda neo – liberalizmin içine düşmekte olduğu kriz sırasında Beat akımı, onun yadsıyıcı geleneği ve muhalif ruhu yeniden gündeme gelmiş, Beat yazarları yeniden keşfedilip özellikle marjinal gençlik
    çevrelerinde baş tacı edilmişti. Türkiye’de, bu uyanışa öncülük eden marjinal yayıncılar ve çevirmenler arasında özellikle William S. Burroughs ismi etrafında büyük fırtınalar kopmuştu. Ana akım yazar ve yayıncılarının bihaber olduğu bu didişmeler esnasında tüm sevdiğimiz dostlarımız ve değerli yazarlar birbirine girmişti. Hastanede yatıp cephedeki dostları için kaygı eden savaş yaralıları gibi uzaktan, keder ve merakla izleyip durmuştuk bu çatışmaları. Edebi anekdot olarak kıymeti olduğuna inandığım bu didişmelerden,
    edebiyat tarihçilerini ilgilendirecek kadarıyla, fazlaca derine inmeksizin kısaca söz etmek arzusundayım.

    Türkiye’deki fırtına
    Marjinal yayıncılar tayfasının duayeni(!) Şahin Beygu’nun 80’li yıllardan beri en büyük ideali Beat akımının üç şaheserini yayımlamaktı. William S. Burroughs’un ‘Çıplak Şölen’i, Richard Brautigan’ın ‘Amerika’da Alabalık Avı’ ve Jack Kerouac’ın ‘Yolda’sı… Binbirdirekte kurduğu yoksul ve biçare yayınevinde sıkı bir avane toplamayı ve bu alanda sıkı atakları hayata geçirmeyi başarmıştı Beygu. Gel gör ki, o dönemde kitap yayımlamak bugünkü gibi şıp diye oluveren bir şey değildi. Her şey sorundu. Beş para yoktu. Kaynak vs. yoktu. Okur ise, zaten hiç yoktu: Biraz da Beygu’nun, hayata doygun yaklaşımından, rind ve aşmış, hırssız ve içe dönük bakışından dolayı, giderek işler gecikmeye başladı. O esnada Kadıköy yakasından yükselen yeni bir dalga yola çıkmıştı ve hiçbir şeyi beklemeye tahammülü olmayan dadaist anlayışlı çılgınlardı bu genç adamlar. Seattle kökenli nihilist akımların yandaşlarıyla çağdaş olan bu genç adamlar arkalarına aldıkları yeni akımın rüzgârlarının yardımıyla kısa sürede Kıyı Yayınları’nı kuşatıp on yılların ideali olan tercihleri hiçbir kurala sadık kalmaksızın sahiplendiler. Büyük üzüntüler yaşandı. En büyük üzüntü de aslında çok sıkı dostlar olan, bu yayıncı çılgınlarla Halil Turhanlı arasında, Burroughs ve ‘Çıplak Şölen’ uğrunda geçenler esnasında yaşandı.
    Bu olayların tafsilatına, dedikodu niteliğine
    büründürecek şekilde, daha fazla girmek istemiyorum. Lakin şunu belirtmek isterim ki; haklı ya da haksız nedenlere dayanması farketmez; ‘Çıplak Şölen’in Halil Turhanlı tarafından Türkçeleştirilememiş olması çeviri edebiyatımız için hazin bir sonuç olmuştur. Mahallelerine, evlerine kadar giderek Beat yazarlarını ve kültürlerini inceleyen bu eşsiz deneme yazarı, yazarlara yaraşır incelikleriyle güncel aksaklıkları antagonizma noktalarına taşırken kaybeden bizler oluyorduk.
    Ülkenin en önemli editörlerinden Şahin Beygu bugün küskün… İşlerin peşini bırakmış. Altıkırkbeş editörü Kaan Çaydamlı bir şekilde kendini savcı karşısında buldu,
    ‘Çıplak Şölen’ için, bu dünya şaheseri için hesap vermeye çalıştı. Halil Turhanlı ise acısını kalbine gömdü ve bunun karşılığında bize büyük bir bedel ödetti: Edebiyatını bizden esirgedi…
    Biz böyleyiz işte… Ama bu, bir başka bakış açısına göre, o kadar güzel ki…

 HİKMET TEMEL AKARSU

Email adresiniz paylaşılmayacak