Covid-19 ve Sanat

Covid-19 ve Sanat

Korona virüsü bize gökten bir lanet olarak yollanmadı. Ama muhtemelen Kapitalizm bu amaç uğruna yollandı. Pandemi süresi boyunca yaptığım gözlemler birikti ve sonunda yeni bir sitenin açılmasıyla birlikte bir yazı yazma isteği geldi. Küresel noktaya çok az değineceğim bu yazı da bizzat kendi çevreme ve coğrafyamın üzerine değinmek aslında en somut kanıt olabilir diye düşünüyorum.

Yurtdışından pandemi haberlerini okurken bir kafede çalışıyordum. İstanbul’a yerleşmeyi düşünüyor ve günlerimi öldürüyordum. İlk vaka ve ardına kısıtlamaların başlaması aslında beni bir hayli korkutmuştu. Hayal ettiğimiz post apokaliptik dönem şimdi mi başlıyor sorularını uyandırmıştı. Sosyal medyaya girdiğimde aslında durum hiç öyle değildi. İlk başlarda durum bana bir hayli korkutucu gelmenin yanı sıra eğlencelide gelmişti. Çalışmıyordum, birikmiş param vardı ve bu durumun kısa süreceğine inananlardandım. Üzerinde çalıştığım birkaç senaryo projesine yoğunlaşabilecek, kendimi daha çok geliştirebilecek(okuyarak ya da izleyerek) ve uzun süredir ulaşamadığım bedensel rahatlığa ulaşabilecektim. Sosyal medyaya gördüğüm kadarıyla herkes sevinç duyuyor, ve hayatını idame ettiriyordu. Ama birde madalyonun görünmeyen tarafı vardı. Benim gibi bir çok insan işsiz kalmış, işsiz kalmayan çoğu işçi ise zorla işe gitmek durumunda kalmıştı. Çünkü ekonomi en güçlü yapı taşıydı. İlk sokağa çıkma yasağının ardından bir oyun konsolu aldım ve o özendiğim “burjuva” yaşamını biraz tatma isteği duydum. Olabildikçe kalabalık ortamlardan uzak durmaya çalışan ve sakinliği arayan ben dört duvar arasında kalmaktan o kadar yorulmuştum ki, ardı ardına planlar yapmaya başladım. Ama bir kafeye gittiğimde istediğim kahveyi yapamıyorlarsa bu bir sorun muydu? Netice de içtiğim kahve aynı kahveydi, değişen tek şey aldığım hazdı. Korona virüsü aslında bize en yakından tanık olabileceğimiz şekilde sınıf farkını gösterdi. Özellikle yaşadığım ülke Türkiye’de, durum içler acısıydı. Lise sınavının olduğu gün milyonlarca insanı sokağa döktüler, sokağa çıkma yasağı yaptılar. Yetmedi, tatil beldelerini bu yasağa tabi tutmadılar. Alışveriş merkezlerini göz göre göre açtılar. Ekonomi çökmesin diye. Bakanın tatil şirketi iş yapsın diye. Çiftçiye kredi vermezken, öğrenciye yardım sağlamayan devlet, tatil kredisi için kolları sıvadı. Ekonomi çok önceden çöktü, bu da sifon çekmeseydi.

Peki sanat çöktü mü? Evet çöktü. Görüntüsel hazzımız durgunlaştığı bu nokta da aslında son dönem Türkiye’de ki “sanatı” hangi insanların yaptığını gördük. Bu ülkenin gençlerinden beklentisi olan insanların yapacağı yegane şey; musluğu açıp karşına geçip musluğun kendi kendine kapanmasını beklemektir. Çünkü gençler bir imkanı bir dayanağı yok. Sanat lüks olmuştur, çünkü. Daha önce başka bir sitede (beatkusagi.com)’da yayınladığım “Sanatta sansür mümkün mü?” yazımda sanatın nasıl bir sınıfsal farklılık yaratmaya başladığına değinmiştim. Çünkü yaptıklarımızı teker teker elimizden aldılar, alamadıklarını da yasakladılar. Ya da ötekileştirdiler. Bu tartışma yıllar önce bana yaptığım bir tartışmayı anımsatıyor. Bir gençlik toplantısında, “Zorunlu din dersi kaldırılsın” başlığına şiddetle karşı çıkmış, bunun sadece ötekileştirmeye yol açacağını eğer bu konu hakkında bir mücadele yürüteceksek bu komple “Din dersi kaldırılsın” mücadelesi olması gerektiğini söylemem gibiydi. Çok değil 2 sene önce beraber mücadele yürüttüğüm bir yoldaşımın “ne kadar ekmek o kadar köfte, üretmeyene pay yok.” Demesine sadece eyvallah diyebilmiştim. Çünkü benim ne üretecek bir gücüm, ne de bir imkanım vardı. Günde 10 saat çalışıyor, kişisel yaşantımı devam ettirme yetilerime bile zamanım kalmıyordu. İşte tam da sanat burada devreye giriyor. Sanat hayattan kaçma ya da kendi hayatında ki gündelik gerçekliği insanlara yansıtmak mıydı? Tabi bu da farklı bir tartışma konusu. Dostlarım, malumunuz bu ülkede sağlıklı bir bireyin yapması gereken aktiviteler bile lüks olmuştur. Sinemaya gitmek, spor yapmak, sağlıklı beslenmek. Hepsi alım gücünün yetersizliğinden kaynaklanan ve insanların artık harcamaya kıyamadığı etkinlikler haline gelmiştir. Sanatçıların krize karşı aldığı bir önlem var mı? Tabi ki de yok. Evine kim tuvalet kağıdı yerine tuval depoladı? Pandeminin ilerleyen sürecinde belirtiler ortaya çıktı, neye dikkat edilmesi konusunda ki hususlar paylaşıldı. etkisiz simgeleştirmelerin yanı sıra ötekileştirme ve sınıfsal farklılığın aslında nasıl bir husus olduğu daha anlaşılır hale geldi. TC başkanı Erdoğan’ın yaptığı trajikomik açıklamalar, halkı aslında bir çelişkiye sürükledi. Halkın önderleri olması gereken en büyük oluşumunu oluşturan sanatçıların ise tercihleri göz yaşartıcı oldu. Artık ideoloji kavgası yok, tartışma metni yok. Sınıf bilinci ve sanatsal farklılıklar var.
Sarayın sanatçısı olmayan seçen bir grup her zaman olmuştur. Ama muhtemelen Türkiye’de ki kadar olmamıştır. Burada üzücü durum ise muhalif olan sanatçıların ürettiği şeylerin kısıtlayıcı olması ve iktidarın saldırdığı çoğu şeye sadece Tweet atarak cevap vermesiydi. AVM Sinemasına karşı Sokak Sineması’nı savunduğumuz ya da genelleme yapacak olursak Onlara karşı Bizler olarak yürüttüğümüz mücadele sanata sıçrayarak bu durgunluğu getirdi. Her geçen gün bir yenisi eklenen saçma kısıtlamalara Sinema Sanatının aldığı son virajlardan biri olan Netflix’e yapılan saldırılara da ve bilinçsizce ilerlemelerine karşı bu platforma içerik üretenler bile sessiz kalma gafletine düştüler. Sanatın artık sanatçının yapmadığının farkına varan devlet ve özellikle bizler en büyük çelişkiyi burada yaşadık. Çok satan kitaplar listesinde ki kitapların ünlülere ait olması, Türkçe sözlü müziğin fenomenlerin eline kalması ve Sinema yönünde de sadece bağlantıları olan yeni bir şey üretememiş amatör ve taklitçi set işçilerine kaldı. Bu durumda özellikle Pandemi sürecinde ve “yeni normalleşme” sürecinde yapılacak en büyük hamleler bizzat devrimci mücadele ile sanata çağrı yapmaktır. Çünkü söylenecek çok şey var, izin verirlerse değil, izin vermeseler de. Zen pürüzsüzlükten yanadır, pürüzlü bir yüzeyi pürüzsüz hale getirmekten değil. Çünkü o artık pürüzlüdür. Bu artık nesil, kuşak ya da bir sınıf kavgası değildir, insanca yaşam mücadelesidir. Bu ülkenin gençliğinin maddi özgürlüğü, düşünce özgürlüğü yoksa, sanat mümkün değildir. Eğer özgürlüğü elimize alırsak işte o zaman Dijital sanat tartışmalarına başlayabiliriz. Çünkü kaos ortamında ki tartışma, doğru bir tartışma değildir. Çünkü bu ülkenin gençliği memleketsiz bırakılmıştır. Çünkü, çünkülerle doludur.     

The following two tabs change content below.

Email adresiniz paylaşılmayacak