Grunge Poetry Dosyası

Pink Floyd’un kurucusu olan Syd Barrett’ın müziğe başlarken iki temel motivasyon kaynağı vardı:

-The Beatles’ın müzikte yaptıklarını daha ileri taşımak…

-Sesler ve renkler arasındaki gizemli bağlantıyı keşfederek müziği resme, resmi müziğe yaklaştırmak…

Grunge Poetry’nin üretimleri bize bu bağlantıyı tekrar anımsattı. Bu sefer edebiyat ve müziğin (daha doğru ifadeyle Grunge başlığı altında incelenebilecek büyük bir alt kültür ve yaşam tarzının) özgün bir yorumla bir araya getirildiğini görmek kuşkusuz bu üretim alanının daha yakından tanınmasını gerektiriyordu. Türkiye için çok yeni ve heyecan verici bir girişimdi bu kuşkusuz… Grunge Poetry’i hem “okur” olarak yakından takip eden hem de bu üretim alanının eserlerini/projelerini/vizyonunu önemli bulan ve destekleyen bir çevre olarak sizi Nirvana’dan Ankara’nın sokaklarına uzanan bir yolculuğa çıkaracak Grunge Poetry röportajı ile baş başa bırakıyoruz… Grunge Poetry’nin bu ülkede ve bu gezegende söyleyeceği daha çok şey olduğuna inanıyoruz…

Grunge Poetry’nin kuruluş süreci nasıl gerçekleşti?

Grunge Poetry, 2019 yazı sonunda Ankara’da bol bol Camel Brown (önce Brown sonra Green sonra tekrar Brown olan) içip ayağımda geçmiş günlerden hatırlamadığım bir mor izi kangren sanacak düzeydeki garip zihnimle bol bol Punk dinlediğim ve araştırma anlamında da Punk’ın içine düştüğüm bir TSSB (Travma Sonrası Stres Bozukluğu) ve yoğun anksiyeteli günlerde beni çağıran ve yaşadığım deneyimin Cobain’le olan ilişkisini bir sezgi ile duyumsamama yol açan Nirvana’nın erken demolarından birinde Ankara Hukuk’un karşısındaki öğrenci yurdunda ortaya çıktı biraz… Yaşantı olarak, takıldığımız mekanlar açısından, kafa yapımız ve melankolik kişisel geleneğimiz açısından, kafamızın barındığı çağ açısından Grunge ile bir bağ zaten doğal olarak vardı. Ahmet Erhan, Metin Altıok, Behçet Aysan sevgisi ile çocukluktan ilgi duyup içine düştüğüm protest doğaya kaçış felsefesi, ardından Beat Kuşağı ama bir yandan da ruhumu baskılayan bir durgunluk ve icat ettiğim bir dinginliği yıkmaya çalışan, 8 yaşımda ablamdan duyduğum ve ilgiyle ilk kez o sene elime geçen evdeki laptop’ımızda Grunge yazıp görsellere tıklayarak araştırmaya koyulduğum o moda terimi ve müzik türü beni nedense farklı bir boyuta götürdü. Hem kendimle hem yaşadığım şehrin ve çağın karanlığı ile varoluş kilitinin kesişiminde sezdiğim o kasvet, yaz olmasına ve güneş tepemde olmasına rağmen yazın da ancak Meursault’yu hatırlatabilmesi bana sanki birçok kişiyle paylaşabileceğimiz ama daha intizamlı bir Underground çıkış yolu gibi de geldi, Memozan’ın “kırıp dökmeyen Punk mümkün” demesi gibi. Ankara’dan Isparta’ya döndüğümde bir Isparta otogarı civarındaki Osmanlı Kahvecisi’nde lise arkadaşım, beraber fanzinler çıkardığımız ve müzikle içli dışlı olan H. Samed Ataş’la otururken kendisine “boşvermişliğimizi de heyecanımızı da durgunluğumuzu da günlük yaşamımızı da hızlı, samimi, çekincesiz ve dizeler arası bağdaşmayı sallamadan şiirlerle yansıtabileceğimiz bir platform kuralım” gibi bir fikir sundum. O da beğendi, birlikte biraz düşündük, internet sitesini açtık, sosyal medya hesabını açtık, sonra zaten hem fanzin çevresi hem de diğer Underground nüveyi içinde barındıran ya da barındırmayan ama yalnız şiirin protest yanını tutan insanlar Grunge’a ilgi göstermeye başladı. Görsel seçimlerindeki mizah ve şiirlerdeki sıfır sansür insanları daha da çekti.

Cobain’in Van Gogh gibi on dakikada ürettiği rastgele riff’lerinin aslında ortaya muazzam bir dışavurum ve müzikal estetik koyduğunu, bunun özünde şiir olduğunu, hız-melankoli-kasvet-protesto-yalnızlık-mide ağrısı (veya başka bir sağlık problemi) toplamının da şiirden öteye varamayacağını ya da öteye şiirle varacağını hissetmiş-yorumlamış-anlamış idim.

Grunge Poetry’nin felsefesinden kısaca bahsedebilir misiniz? Grunge kültürü bu vizyon içerisinde tam olarak nasıl konumlanıyor ve hangi alanda size ilham kaynağı oluyor?

Aslında ilk soruyu epey uzun yanıtlayarak bu sorunun da cevabını neredeyse vermiş oldum. Ancak özetle Seattle ve Ankara arasındaki (ki bugün halen Sakarya’da Konur’da Karanfil’de, Tunalı’da Bahçeli’de ve hatta Cebeci’de -Ütopya Rock Bar özelinde- süren o 90’lar ve 2000’ler Türkçe rock ile yabancı olarak da Rock’n Roll ve Grunge kültürü bir benzerlik taşıyordu ve melankoliyi, yabancılaşmayı (ben onu ilk Camus’yle anlayıp yaşadıysam da o hiç kaybolmadı -ki hem gençler ve ihtiyar gençler ile hem de kişisel ve yakın arkadaş çevrem ile bunu anlamlandırıyorum) aslında o boşvermişlikle ve ağrılı sızılı bir tür çilekeş bir tür Allah’sız çilehaneye hapsolmuşlukla ama yine de değer ölçütünün sarsılmasının getirdiğini sanatta da sezgisel ve ritimsel yönünü ön plana çıkararak tüm bu havayı tekrar hem o kasvetin keyfine hem de hızlı şiirleri, hızlı yaşamı, Cobain’in mektubundaki Neil Young dizesini (“It’s better to burn out than to fade away”in) bir bileşim olarak düşünerek ve Cobain’in Van Gogh gibi on dakikada ürettiği rastgele riff’lerinin aslında ortaya muazzam bir dışavurum ve müzikal estetik koyduğunu, bunun özünde şiir olduğunu, hız-melankoli-kasvet-protesto-yalnızlık-mide ağrısı (veya başka bir sağlık problemi) toplamının da şiirden öteye varamayacağını ya da öteye şiirle varacağını hissetmiş-yorumlamış-anlamış idim. Çağ da buradan başka yerde değildi. İlham noktası burasıdır. Bir de “cringe” gibi bir kelime olan “grunge” aslında evvela kendini ötekileştirmekte ve “siz şöylesiniz”ci bir yeraltı üsttenciliğinden sıyrık, sizin aranızdayız, siz bizsiniz, biz siziz ve grunge bir durumdayız, yani olmayacak işler için çok çaba sarf ediyoruz, toplumda kabul görmüş normlara bebekten kinliyiz, kir pas içindeyiz, bir ordayız bir burdayız, elde ettiklerimiz elimizden kaymaya meyilli, yorgunuz, yalnızız(dostlar), kayıbız ve evet hala 90’lardan besleniyoruz diyoruz aslında.

Geleceğe dönük projelerinizi anlatır mısınız? Basılı yayınlara mı yoksa internet üzerinden paylaşımlara mı öncelik vermeyi düşünüyorsunuz?

Aslında yukarıda anlattığım yola çıkış hikayesi zamanla değişti, dönüştü, savruldu, özünü yitirdiğini düşünmesem de birçok (her kafadaki) şair ve şiirle bugün güncel şiirin internette en çok ilgi gören platformu oldu. Tabii internet için bu tür bir numaralıklar da gelip geçici oluyor genelde (kaotik booklet dizisinde Ümran Saatçi ile çevirip basıp yaydığımız, New York Times’ta Marin’in 1992’de yazdığı “Grunge: Bir Başarı Hikayesi”nin ironik hikayesini de andırır şekilde). Şimdi baştaki tavırdan doğal olarak büyümesi ve geniş alanlara teması sebebiyle uzaklaştı gibi görünüyor Grunge Poetry. Başta daha küçük bir çevrede üreteceğimizi düşündüğümüzden Grunge bookletleri, Grunge olan ve olmayan diye ayırdığımız şiirlerden iki ayrı seçki ve Grunge Poetry’nin şiir seslendirmeleri ile internette Grunge şiirlerin okunduğu videolar gibi aslında hayata geçmeyeceğini de düşündüğümüz fikirler vardı kafamızda Samed ile. Şimdi ise aslında yapmak istediğimiz şey Rıdvan’la birlikte İstanbul’da bir güncel şiir okuma fiiliyatını sokağa ve mekanlara yaygın ya da sürekli bir biçimde sokabilmek, bu da biraz zaman alacaktır tabii, bir de mesaisi olan insan işi değil gibi duruyor, şu ara başımdaki mesaileri azaltırsam belki bir aksiyon alabilirim, tam da Rıdvan’la yapılacak iş bu arada, beni de heyecanlandıran bir şey, istediğim bir şey bu. Yani özetle güncel şiirde özenle ve samimiyetle üretenlerin bir performans sürecine alan sağlamak için çaba sarf etmek ve bunu fiziken yapmak, sokakta ve anlaşabileceğimiz mekanlarda icra edilmesini sağlamak herhalde en önemli proje olur, proje diyeceksek. Bunun dışında da sitenin tasarımını (bu umurumda ama savsaklıyorum açıkçası) geliştirmek ve Grunge’da poetik ve eleştirel metinler ile farklı formlardaki üretimleri de sitenin/derginin bünyesine katarak daha geniş bir üretim yelpazesine ulaşmak ve Grunge Poetry’yi sabit kılmak planlarım arasında. Daha öncelerde ürettiğimiz fanzinler gibi (ki onların da felsefesine yakışan oydu ama) havaya savurmamak ve arşiv olarak muhafaza etmek istiyorum bu kez burada olup biteni. Basılı yayın içinse pek bir plan görünmüyor ufukta, ki zaten basılı yayınlardan fazla okunuyor internette yayımlanan şiirler. Sanırım şiir için de bir motor becerisini tatminden ya da bir doku zevkinden öte bir anlamdan kopmaya doğru gidiyor basılı yayınla iştigal. Tabii iş bu kadar basit değil de yol oraya gidiyor işte.

Backhouse Grunge Pub’ında, kahvecilerinde ve Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsünde şiirler okuyorduk, okuduklarımızdan bahsediyorduk ve bir antoloji okuyorduk özellikle

Grunge Poetry’e ilham kaynağı olan şairler ve müzisyenler kimlerdir? Bu isimler sizi en çok hangi alanlarda etkilediler?

Elbette Kurt Cobain başta gelir, Eddie Vedder sonra. Aslında kişisel hikayemde sıra tersi şeklinde. Krakauer’in yazdığı Christopher McCandless ile başlayan doğacı protestoyla tanışma hikayesinde filmdeki Eddie Vedder şarkıları önemli bir yer tutuyordu, onlar benim ruhumu çok besledi. O zamanlar dağa doğaya kısa süreli cesur kaçışlarda da bulunduk o doğayla iç içelik ve kendi içine inme ve adrenalini yaşama gayesiyle. Ben daha çok Country’ye ve Folk’a sardım ama sonra… Aslında Johnny Cash, Hank Williams’ın kendisi, Juniour’ı, III’ü, The White Buffalo, Blues Saraceno, Colter Wall ve adını unuttuğum birçok Country grubu, sanatçısı… Folk’tan da tabii Dylan, çakması Donovan ve yine aklıma gelmeyen bir sürüsü… Şair ve şiir olarak da herhalde Grunge Poetry’ye ilham olan o dönem okuduğum her şey olmuştur. Yani Didem Madak’tan tutun da Özdemir Asaf’a, Edip Cansever’e… Ancak özellikle daha yakın hissettiğim Ahmet Erhan, ironisinden ve kurgusundan feyzaldığım Miguel Pinero, Jack Kerouac’ın haikuları ve Şenol Erdoğan’ın -yaşasın ve üretsin ve ulaştırsın- Beat Kuşağı Antolojisi’ndeki diğer pek çok Beat şiiri (Ferlinghetti’ninkiler dahil) ile Ginsberg’in Uluma’sı (onu daha evvel okumuştum tabii -2016 gibi-) ile o dönemde keşfettiğim diğer pek çok şey, Akif vardı bir de o zamanki yakın dostum Suphi mahlasıyla yazıyordu, o sıralarda Eksik fanzini çıkardık onunla ve birkaç arkadaşla, onlar da fena kasvetli ve ironi bilen arkadaşlardı, İzmir’deler onlar, bağımız koptu gibi. Akif’le Ankara’nın barlarında, rock barlarında, Backhouse Grunge Pub’ında, kahvecilerinde ve Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsünde şiirler okuyorduk, okuduklarımızdan bahsediyorduk ve bir antoloji okuyorduk özellikle, o antoloji ona aitti ama Grunge Poetry’ye de bana da epey etkisi oldu. Orada adını hatırladığım hatırlamadığım şiirler ve o arkadaki Rock, Blues, Grunge ve türküler, ressam bir garson üstat vardı mesela Telvin’de, onunla bağlama icralarımız, çok şey yani… Yine Grunge Poetry’yi salmadan biraz öncesinde keşfettiğim 160. Kilometre’den Dikenli Zıplak, Tabiat Abi gibi Ömer Şişman ve Burak Acar kitapları etkili oldu. Bugünlüğü, gerçekliği, zekası, kalitesi ve melankolisiyle… Yine Ankara’daki “Torun” adlı mekan ve Bilkent’teki fanzin festivalinde masaya gelip beni oraya çağıran sonra kaybolan kişi ve Süreyya ile Kaan (Kaçar) sağ olsun.

Grunge Poetry ekibi olarak Beat şiirine bakışınız nedir?

Aslında bir ekip yok, ben Oğuzhan olarak uğraşıyorum siteye şiirleri yerleştirmekle, etiketleriyle, zamanlamasıyla, bazen redaktesiyle, nihayetinde yayımlamakla ve duyurusuyla, öncesinde şiirleri değerlendirmekle ve maillerin tamamını yanıtlamakla vesaire… Ama tabii Rıdvan Ardıç’ın katkısı da epey fazla oluyor hem yeni fikirler anlamında hem de Sıkça Sorulan Sorular adlı klişe soruları bugünkü şairlere sorarak bir arşiv oluşturmayı umduğumuz soruşturma dizisiyle mesela, güzel bir girişim oldu o, ancak daha farklı diziler de arıyoruz aslında. Beat şiirine gelirsek, beni lise döneminde etkilemişti daha çok, Beat kültürü ve Beat’in ruhu tekil şiir örneklerinden daha çok etkilemiştir beni ama yine de Jack Kerouac’ın Mexico City Blues’u ile Ginsberg’ün “Şarkı”sı, “Amerika”sı, Cherkovksi’nin Ormanın Ortasından-Odlarda’sı büyük ilham oldu diyebilirim. Bunun dışında Şenol Erdoğan’ın yayımladığı Jack Kerouac’ın Playboy’daki makalesi, Kenneth Rexroth’un Karşı Kültürün Temelleri makalesi, Beat Kuşağı Hippi Değil Hipster adlı makale, Cherkovski’nin Whitmanın Vahşi Çocukları kitabı ile Neel Cassady’nin yaşamında canlanan Beat’in kendisi (anılar vasıtasıyla) de elbette hem kişisel hayatımı hem de aslında Grunge’ın da onların torunu olması dolayısıyla Grunge’ın kendisini etkilemiştir. Hiç yoktan bir yaşam stili ve anlam aramayışında tersten etkilemiştir diye düşünüyorum. Beat kuşağı, ya da bir avuç Beat ve yine onların çekirdeğindeki şiir ve Ginsberg’in performansları, biraz uzaktaki Bukowski (Beat olmasa da), biraz uzakta kalan o dönem ve önceki dönem şairi Creeley, Everson, Williams vs. hem orayı hem burayı besleyenlerden… Çok karışık bir isimler, şiirler ve kitaplar dizisi oldu ama ancak böyle özetlenebilirdi, biraz daha üzerine düşünsem söyleyemediklerim beni üzer. İşte Grunge bu. Tüm Neo-Beat ekibine ve ektiklerine saygıyla, pikniğimiz devam ediyor.

neden?

Grunge Şiir tam da olması gerektiği gibi bizimle geliyor. Çünkü Grunge Şiir yaşamın kendisi. Sahteliklerin düşmanı bu şiir.

*GrungePoetry.com‘da yayınlanan manifesto niteliğindeki aşağıda yer alan metin Eylül 2019’da H. Samed Ataş & Oğuzhan Kayacan tarafından kaleme alınmıştır:


Niye mi bu işe soyunduk? Hiçbir fikrimiz yok. Belki de henüz düşünmemişizdir. Belki de soyunmak yerine bu işe giyinmişizdir, neden olmasın? Bir şeylerin kasıntı olması, zoraki olması, uğraş ve nizam gerektirmesi, kurallara sahip olması ve bütün bunların da kesin çizgilerle belirlenmiş olması ve aslında saydıklarımızın hiçbirinin var olmaması canımızı çok sıkıyor. Birdenbirelik istiyoruz. Ansızınlaşmak istiyoruz. Samimiyetin en üst formuna ortak olmak istiyoruz. Olağan durumların olağan şekilde anlatılmasını, yansıtılıp alıcıya ulaşmasını, kimseyi bir şeyler için yormamayı istiyoruz. Akışa müdahale etmeden yazmayı, yoldan çıkarken bile akışı kutsamayı seviyoruz. Vincent Van Gogh’un 10 dakikada tablo çizmesini, birdenbire doğaçlanan söz ve müziğin sevişmesini ve ne bileyim bir çok şeyin “ne bileyim”leşmesini seviyoruz. Sanat anlık ve ansızınlıktır. Şiir de öyle olabilir. Her şeyin öyle ya da böyle olabildiği gibi. Yani Grunge, müzikten (ve özündeki şiirden) sonra modaya sıçradı, bu durum çok umurumuzda olmasa da bu sistemin gerektirdiği yanlış sonuçlardan biriydi. “Grunge Poetry”den şu ana kadar dünyada üç beş kez bahsedildi ama bahsedilmeye değer bir eser ortaya konmadı. “Grunge Poetry” hiçbir zaman literatüre geçmedi. Şimdi burada, Türkiye’deyiz. Grunge Şiir tam da olması gerektiği gibi bizimle geliyor. Çünkü Grunge Şiir yaşamın kendisi. Sahteliklerin düşmanı bu şiir. Birileri gelir gider, bu düşünülür. Şimdilik bu giyindiğimiz işte tüm üryanlığımızla ve tabusuzluğumuzla aşağı yukarı iki kişiyiz. Grunge Şiir geldi. Yine söz etmek gerekirse kendinden söz ettirecek bir girişim bu. Belki de bir bok değil. Bunu zaman bile göstermeyecek. Hadi içeri geçin. Belki bugün ölürüz.
Bu blog sitesine ara ara şiirler yüklenecek. Daha sonra belki şiir seslendirmeleri yapılır ve bazı yayınlar çıkarılır.

Grunge Poetry resmi web sitesine ve sosyal medya ağlarına ulaşmak için:

www.grungepoetry.com

Twitter: www.twitter.com/grungesiir

Instagram: www.instagram.com/grungesiir

Şiirlerinizi iletmek için: grungepoetry@gmail.com

Email adresiniz paylaşılmayacak