İran’ın Alaycı Kuşları

Mahsa Amini ve baskılara boyun eğmeyen tüm kadınlara…

Orta Doğu kültüründe doğan her kız çocuğu dünyaya gözlerini açtığı andan itibaren birtakım kural ve boyunduruklarla karşı karşıya kalır. “Bu kurallar nereden geldi”, “gerekliliği nedir” ve “insan yaşamını nasıl etkiler”, sorgulanmaz. Sadece “adettendir” ve buna itaat etmekle yükümlüsünüzdür. Fakat bu baskıları sorgulayan ve direnenler de yok değil. Geçtiğimiz günlerde bu baskıya direnen Mahsa Amini’nin acı kaybını tüm kadınlar gibi ben de yüreğimde taşıyorum. İşte tüm bu olanlar ve İran’da başlayıp tüm dünyaya yayılan direniş, aklıma sevgili Füruğ Ferruhzad’ı getirdi. Zira kendisinin yaşamı başlı başına bir protestodur. Şair kimliğini yaşadığı ve büyüdüğü coğrafyadan, yahut onun yarattığı tahribatlardan sıyırmamış, aksine kimliğini bizzat bu unsurların üzerine inşa etmiştir. Zira bir şair, yalnızca bir şair değildir.


Füruğ Ferruhzad

Füruğ’un şiirlerinde etkin rol oynayan birçok durum ve ögeler vardır. Fakat en temeli içerisinde bulunduğu toplum atmosferidir. Kendisi Tahran’da burjuva olarak nitelendirilebilecek bir ailede dünyaya gelmiş altı çocuktan birisidir. Füruğ’un doğumundan ölümüne kadar İran’ da gerçekleşen önemli toplumsal olaylara baktığımızda, karmaşık bir dönemle karşı karşıya kalırız. İran şahı, Rıza Şah Pehlevi, Batı’ya yakın olmak olmak amacıyla “Keşfi Hicap” yasasını getirir. Bu modernleşme girişiminde yasanın buyruğu kadınların başörtüsü dahil hiçbir örtüyü kullanmaması ve yerine Batılı giyimi benimsemesidir. Rıza Şah yine aynı dönemde birçok aydın ve yazarı tutuklattırır. Bu kişilerin büyük bir bölümü de sol veya radikal aydınlardır. Bu noktada büyük bir anlam karmaşası olduğu muhakkak ve yaratılan bu karmaşa da toplum tabanlarında çeşitli tezahürlere yol açar. İşte böyle bulanık bir dönemde varlık bulmaya çalışır Füruğ. Ona bu prangaları takan yalnızca hükümetin veya toplumun kendisi değil aynı zamanda ailesidir. Milliyetçi kimliği ile dikkat çeken babası ve gelenekçi bir anlayışa sahip annesi tarafından da baskılanır. Öyle ki şiirlerinde ebeveynlerine olan kırgınlığının yansımalarını görürüz.


Günah

Çok genç yaşta aile baskısından kurtulmak amacıyla Perviz Şapur’la evlenir ve bu evlilikten oğlu Kamyar’ı dünyaya getirir. Fakat bir tutsaklığın içinden bir başka tutsaklığa düştüğünü fark eder Füruğ, evliliğin sonlarına doğru “Günah” adlı şiirini kaleme alır.

“günah işledim lezzet dolu bir günah

titreyen esrik bir tenin yanında
tanrım ne bileyim ne yaptım ben
o karanlık susku dolu zulada

o karanlık susku dolu zulada
baktım gözlerine gizemleriyle dolu
gözlerinin çaresiz isteklerinden
kalbim göğsümde çırpınıp durdu”
1952-1956, Duvar

                          
Bu şiir İran’da büyük bir çalkantıya yol açar zira bir kadının açık seçik bir şekilde cinselliğini ifade etmesi ve cesur kelimeler kullanması daha önce görülmüş bir şey değildir. Bir isyandır bu, kuşkusuz büyük bir isyan… Fakat bir bedeli olur bu isyanın… Eşi Perviz bu şiiri öne sürerek Füruğ’u ihanetle suçlar ve Kamyar’ın velayetini üzerine alır, oğlunun yüzünü bir daha Füruğ’ a göstermez. Bu acı olay Füruğ’ un yüreğinde koca bir yangına dönüşür.



“arsızlıkla damgalanan
 boş kinayelere gülen bendim kendi varlığının sesi olayım istedim
 yazık ki “kadın”dım
senin suçsuz bakışların bir gün bu başlangıçsız kitaba kayar
görürsün zamanın köklü isyanı tüm şarkıların yüreğinde açar
burada yıldızlar hep sönüktür burada meleklerin tümü ağlarlar burada meryem çiçekleri
çöl dikeninden değersiz açarlar”
1956-1957, İsyan



Ne ailesinin çatısı altında ne de evliliği içerisinde yüreğinin sesini dinleyemeyecekti Füruğ. Başını ne yana çevirse bir buyruk vardı. Evde kalsa sanatını, sanatıyla var olsa evini kaybediyordu. Kadınlar doğdukları andan itibaren stratejik büyürler. Bu tıpkı yaşama güdüsü gibi bir şeydir. Her köşe başında onu sorgu suale çeken ve ona buyruklar yağdıran bir sistem vardır. Bu sistem içerisinde kadının kendine yer edinmesi epey zor. İşte bu yüzden isyan en çok kadına yakışıyor. Günah, yasak, ayıp gibi kelimeler yalnızca kadının özgür yaşamını kısıtlamak ve onu yakasından paçasından çekip bir yerde sabit tutmak için var adeta. Zira bu kelimelere olan korkunun alt metninde aslında bizatihi kadına olan korku var. Bu sebeple ona çeşitli roller ve sorumluluklar yüklenerek onu kutsal kılmaya çalışıyorlar. Oysa bir kadın neresinden bakarsanız bakın yalnızca bir kadındır. Anne, kardeş, eş, evlat olmasına gerek olmadan…



Bedeli Olan Bir Özgürlük

İşte bu yolda Füruğ acısını sırtına yüklenip yoluna devam etmeye karar verir. Şiirlerine asıl yön verecek olan ve derin bağlar kuracağı İranlı yönetmen İbrahim Gülistan ile tanışır. Daha öncesinde Batı yazınına dikkat etmemiş olan Füruğ, Gülistan ile tanıştıktan sonra hem Batı yazını hem de Batı sineması ile tanışmıştır. Gülistan’ın Füruğ üzerinde tesiri öyle büyüktür ki Füruğ, “Yeniden Doğuş”u kendisine ithaf eder. Gülistan ile iş birliği içerisinde pek çok film setlerinde çalışan Füruğ, bu dönemde (üstelik oldukça tecrübesiz iken) “Ev Karadır” isimli bir belgesel filmin yönetmenliğini üstlenir. Cüzzamlılar ile ilgili olan bu belgesel İran ve diğer birçok ülkede beğeni toplar. Filmin çekimleri sırasında cüzzam hastası olan Hüseyin adlı bir çocukla arasında duygusal bir bağ gelişir. Evladından koparılmış bir anne olarak Füruğ, Hüseyin’i bağrına basarak onu evlat edinir.


Füruğ yaşamı boyunca hem hayatın kendisi ile hem de eril tahakküm ile mücadele etmiş ve yaşamı boyunca isyan ateşini yüreğinde taşımıştır. Daha öncesinde de değindiğim gibi, Füruğ yalnızca bir şair olmanın ötesine geçmiş, tüm yaşamını şiirlerine aktarmış; acısını, öfkesini, tutkusunu şiirlerine konu etmiştir. Kendisi de şu cümleleriyle bunu dile getirir:
“Şair olmak demek, insan olmak demektir. Kimilerini tanırım, günlük davranışlarının şiirle alakası yoktur. Yani sadece şiir söyledikleri zaman şairdirler. Sonra iş bitiyor… Ben bu kişilerin sözlerini kabul edemem.”



“ve bu benim
 yalnız bir kadın
soğuk bir mevsimin eşiğinde, yeryüzünün kirlenmiş varlığını anlamanın başlangıcında
ve gökyüzünün yalın ve hüzünlü umutsuzluğu
ve bu beton ellerin güçsüzlüğü
zaman geçti
zaman geçti ve saat dört kez çaldı
saat dört kez çaldı bugün aralık ayının yirmi biridir
ben mevsimlerin gizini biliyorum
ve anların sözlerini anlıyorum”

1964-1967, İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına

The following two tabs change content below.

Email adresiniz paylaşılmayacak